-14-

478 40 0
                                    

-14-





Fransız ihtilalinden önce iskambil destesi içinde en büyük kartın kral oluşu, sonrasında, oklar halka doğru çevrildiği vakit, en büyük kartın as kabul edilmesi misali; hayatımda da aynı şekilde değişiklikler meydana gelmişti yaşadığım son altı aydan beri.

Mesela şu an dizlerine yattığım adam desteyi önüme serdim mi kudretiyle oyunun seyrini değiştiren o kral iken şimdilerde bir ihtilal gerçekleşmiş ve gözlerim 'as'ı arar olmuştu.

Değere bindirdiğim kart kaybolduğundan elim her ne kadar kazanmaya müsait olsa dahi oyunu kazanmakla oyundan çekilmek arasında bir noktaya saplanmış, yerimden kıpırdayamıyordum.

Ya sahiplendiklerimi bir bir serip önüme hepsini kaybedecek ya da kimseyi umursamaksızın harekete geçecek ve destenin kayıp kartını yüklerimle beraber aramaya koyulacaktım.

Babamın ceketine tutunmuş ellerim yavaşça karnıma yol alırken tek kaybımın peşinde ömrümü helak etme düşüncesi rahatsız edici gelmiyordu, oysa avucumun altında kazanabileceklerimin hepsi yatıyordu ve parmaklarım hafif şişlikte dolandıkça oyunun kurallarını değiştirebileceğim, kralı ve 'as'ı makasla parçalayıp yerine simgelerini kanımla çizdiğim, numaralarını bebeğimin kalp atışına göre düzenlediğim yeni kartları yerleştirebileceğim düşüncesi çok da uzak görünmüyordu. Çünkü babamdan, Jungkook'tan evvel üç tane balığı yan yana dizip boyunlarından geçirdiğim zincirleri evrenin direğine bağladığım dünyamın denge noktasını varlığına aşinalık duyduğum fakat bedenine erişemediğim mucizem oluşturuyordu.

Burnumu babamın yumuşak göbeğine gömmüşken, kulağıma öylesine mırıldandığı bir melodi çalarken eksiklerimi ucu sonsuzlukla bütünleşmiş halkaya dizmektense biricik doğrumun dudaklarımın kıvrımında vuku bulan yayın gerginliğinden faydalanarak çıkardığı notaların eslerini kovalıyordum.

Babam, "Taehyung." diye seslenene dek yarı uyku halinde girdabına düştüğüm düşüncelerin arasında salındığım için ürkerek bakışlarımı kırışıklarla bezeli yüze çıkarmıştım, korktuğumu anlamış olacak ki saçlarımı sakinleşmemi sağlamak adına okşadı ve kemikli parmaklarını alnıma indirdi. "Oğlum nerelere daldın sen öyle?"

"Bilmem." dedim omuz silkerek, bu onu gülümsetmişti. Alnıma sabitlediği parmaklarını yanağıma ulaştırdı ve tıraş olmayı ihtimal ettiğimden yeşeren sakallarımı şefkatiyle ehlileştirdi. "Hatırlıyor musun, hamileliğin hakkında benimle konuşmaya geldiğin gün, benden o hergeleyi bulmamı istemiştin."

"Baba..." Mızmızlığım Jungkook ile alakalı konuşmaktan duyduğum rahatsızlık sebebiyle hat safhaya ulaşmıştı, konuyu kapattırmak amaçlı babamın kucağından sıyrılmaya çalışsam da omzunu yakalayıp koltuktan kalkmamı engelledi ancak ona çoktan sırtımı dönmüştüm.

Babama bebeğim olacağı haberini verdiğim gün, onun rahmimde filizlendiğini öğrendiğim güne tekabül ediyordu. Anımsadıklarım öyle canlı ve somuttu ki Yugyeom hyungun daveti üzerine gittiğim akşam yemeğini, çorbanın damağımda bıraktığı ekşi tadı, midemin çalkanışını, kustuğum dakikalarda Yugyeom'un
endişesini dizginleyemediğinden Jimin'i aramasını... Net şekilde hatırlıyordum, hatta hatıralar gözlerimi dolduruyordu.

Ağlamamak adına kendimi sıktığımdan ötürü "Baba, konuşmayalım." diye fısıldarken titreyen sesim, babamın iç çekmesine sebebiyet verdi. Bu sefer kaskatı kesilmiş omuzlarım kemikli ellerin hakimiyeti altına alındığı zaman, tuttuğum nefesimi dışarı saldım.

"Gerilme Taehyung. Sadece günün her saati onu düşündüğünün farkındayım ve hala... Jungkook'u bulmamı istiyorsan..."

"Hayır." diye atıldım. "Ben iyiyim."

İ𝖓𝖈𝖔𝖒𝖕𝖊𝖙𝖊𝖓𝖙Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin