-19-
Her kelebek kozasından çıkmak zorunda değildir, bazıları o etrafını kaplayan nadide iplikleri, sonunda mükemmel bir hayat kendini beklese dahi, parçalamayı göze alamaz ve ölümünü ışığın ulaşamadığı, muazzamlığın tarifini üstlenmiş renklerin oluşturduğu kanatlar altında beklemeyi seçer. Kuşkusuz dışarı çıksa tüm gözler hayranlıkla düşecek üzerine, özgürlüğü çağrıştıracak uçuşu mahkumiyet duygusuna yenilmiş zihniyetlere lakin baharın getirdiği o taze çiçekleri tanımadan, polenleri kanatlarının güçlü rüzgarların yanında güçsüz kalan esintisiyle uçuşturmadan, kısacası doğmadan ölmek, bazı çelimsiz ruhların tercihini oluşturacaktır.
Ben bir tırtıl olsam, kozamın içine saklansam, şüphesiz ortamımdan ayrılmayı göze alamazdım; aksine duyduğum cıvıltılar, özümsediğim kokulardan ürküp süründüğüm günleri ecelim kabul eder ve tuzlu denizlere kafa tutarak uçamama pahasına kabuğumdan sıyrılmazdım.
Kısacık biçilmiş ömrüm neye yeterdi ki zaten? Ya bir güle aşık olur, sukunetimden ötürü bülbüle yenilirsem? Aynı renkleri paylaştığımız çiçek benimle birlikte soluverir, taç yaprakları bedenimi örterse, bulutlara sevdalanıp güneşin kalbini kırarsam, istemeden kar tanelerini arzularsam kışı bekleyemeyeceğimi bile bile...
Sanırım ruhumun kırıklarına tırtıllar doluşmuş bana fark ettirmeden, kozalanmışlar oraya ve kaybedeceğim çiçeklere kanıp yarmışlar ipliklerini. Kalbime uğrayıp kırmızı aşırmışlar, akciğerlerimden sarı... Göğüs kafesime konup güneşi seyretmişler, bulutlara tapınmış ve dışarı çıkmayı dilemişler. Bir gün, kustuğum kanlar onları da yemek boruma sürüklemiş, kanatları onları korumaya yetmemiş ve ayaklarımın dibine düşmüşler.
Ben bir kelebek katiliyim.
Kanlı kelebekler gördüm, rüya sandım. Meğer ezdiğim onların cansız bedenleriymiş, bu yüzden ne zaman yırtılmamış bir koza görsem... İlmek ilmek ördüğüm ölümü iliştiriyorum ipeklerinin yanına; kimbilir kaçını vazgeçirdim yaşama arzusundan, aşk besleyecekleri gülleri kopardım kökünden, soğuğumda soldurdum.
Şimdi ölümlerine yol açtığım kanlı kelebekleri avuçlayıp ruhumun kırığına gömecek adamla, hastanenin kafeteryasında, karşılıklı oturmuş, karton bardaktaki kahvelerin dumanını seyrediyorduk.
Kafein tüketmekten hamileliğim süresince kaçınmıştım ancak Jungkook ile paylaştığımız saniyeler arka planında kahve kokusu barındırmadığı vakit eksik kalıyor, konuşulanlar sivriliyordu.
Stresten buz kesmiş parmaklarımı bardağın karton yüzeyine değdirdim, parmak uçlarım sıcağın etkisiyle sızlamıştı. Kahvenin yumuşak aromasının boğazımdan geçmesine izin verirken Jungkook arkasına yaslanmış, kendi bardağıyla oynuyordu.
"Başka bir yere de geçebiliriz, Jimin doğumdan çıkana kadar beklememize gerek yok." dedi, artık bir yerden başlamak maksadıyla zırvalıyordu aslında çünkü Jimin acil bir doğuma gireceğini söylemek için yanımıza uğradığı zaman onu kafeteryada beklemeyi ben istemiş, Jungkook'a söz hakkı tanımamıştım.
Ne dans salonu, ne evlerimiz ne de akşamın bu saatinde gençlerin eğlence mekanı haline gelmiş kafeler konuşacağımız konuların içeriğini değiştirmiyordu.
"Böyle iyi." Kahvemden bir yudum daha aldım, süt tadının baskınlığı Jungkook'un müdahalesinden ötürüydü, her ne kadar kahve teklifi ondan gelse de kafein tüketmemin zararlı olabileceğini Jimin'e sorarak öğrenmişti ve önüme neredeyse beyaz bardakla aynı renk sıvı bırakmıştı.
"Jungkook, benim sormamı bekleme lütfen. Seni dinleyeceğimi söyledim, susarak bir yere varamayız."
"Haklısın." Elleri terlemiş olacak ki pantolonuna sürtüyordu. "Nereden başlayacağımı bilmiyorum. Önce Yibo mevzusuna açıklık getireyim, olur mu?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İ𝖓𝖈𝖔𝖒𝖕𝖊𝖙𝖊𝖓𝖙
FanfictionBen, Kim Taehyung, beceriksizin tekiydim. Doktorluk yapamıyordum, eşim ile başa çıkamıyordum, dans edemiyordum fakat hamile kalabiliyordum. *Tamamlandı. ! Angst değil ! Bu hikayenin yazarı 'nonkonformist' olup, hikaye ile ilgili tüm haklar kendis...