-20-

459 32 3
                                    

-20-







Hikaye yazmaya kalkışsam, "Bir adam bankta oturuyordu." diye başlardı. Kafasında gideceği rotalar kırmızı kalemle işaretlenmiş haritalar uçuşurdu, kulaklarına hiç bilmediği bir şarkının melodisi ulaşırdı ve şu ana kadar eşlik edemeği her şarkıya inat dudakları kıpırdanırdı, kabuslarının getirisi uçukları kanardı kendini dizginlemediği müddetçe.

Önünden onlarca insan geçerdi ama o fokurdayan bataklığa düşürdüğü içki dolu kadehin yasını tutmaktan tenleri mürekkebe bulanmış şahsiyetlere bakmazdı, sarhoş olma şansını kaybetmişliğinin umutsuzluğunu bilinçsizce oynadığı parmaklarının nasır tutmuş noktalarında hissederdi.

Dudakları kıpırdanadururken kalbinin perdeleri aralanırdı yavaştan, bir balerin tütüsünü tutarak sahneye adımlar ve eğilerek selamını verirdi parmakları ucunda yükselmeden evvel; dönerdi yıpranmış ayakkabılarını zeminin sertiliğine sürterek, saçları savrulurdu kanın akışına uyum sağlayarak, tabanları aort damarını ezerdi. Sert bir rüzgar müziğin kesilmesini sağlayana dek gösterisini muazzam şekilde sunduktan sonra kollarını iki yana açıp, bacaklarını çaprazlayarak sahnesini sonlandırır ve alkış beklerdi ancak odacıklarda yankılanan tok ses ve bastıran karanlıkla beraber onu izleyen tek benliğin de uzaklaştığının farkına varır, açtığı kollarını kendine dolayarak diz çöker ve feryat koparırdı.

Bu sefer adamın dudakları balerin adına kıpırdanır, büktüğü elleriyle kırdığı kalemin lacivert boyası beyaz gömleğini kirletirdi.

Bir hikaye yazmaya kalkışsam, ilk sayfasını 'Ruhu çatlamış olanlara..." ibaresi süslerdi, son cümlesini de göz yaşlarım akıtırdı, kimse bilmezdi.

Kenarları kahve izleriyle bezenmiş, muhtemelen Jungkook getirirken taşmıştı, karton bardağa bakınıp duruyordum çizgilerden anlam çıkarmak gayesiyle.

Soluk renkli olan yoluna devam edememiş, bardağın yarısında ilerlemeyi kesmişti; diğeri ise koyuluğunu en aşağılara taşımış, masaya damladığını kanıtlar şekilde bardağın altında kaybolmuştu. Tıpkı Jungkook gibi...

Benden af dileyişinin ardından, anlattıkları kesik kesik zihnimde dönüyordu fakat bir şeyleri birleştirmeyi başarmak bir yana, kafamda dönen tilkilerin kuyruklarını yakalayıp, düğümleyemiyordum.

Hal böyleyken cevabım, "Affedemem." şeklinde olmuştu, ballarına kenetlenerek zamana ihtiyaç duyduğumu belirtmiştim ki başını hızla aşağı yukarı sallarken göz pınarlarından boşalan yaşları, karnıma veda edercesine bıraktığı dokunuşları, tuzlu dudaklarını alnıma değdirişini ömrüm boyunca unutamayacaktım.

O an... Kafeterya ufalmış, insanlar büyümüştü sanki. Nefesimin ciğerlerime yetmediğini hissetmiş, hastanenin bahçesine koşturmuştum ancak ne Jungkook'a rastlamış ne de oksijene kavuşabilmiştim.

Gözüme çarpan ilk banka bedenimi atarken bizi alması için Yoongi hyungu aradığımı, bebekle ilgili sorulara cevap veremediğimi hayal meyal hatırlıyordum ve şimdi, hala aynı bankta, arkama yaslanmış Jimin'i bekliyordum, en azından bahçeye çıktığımı mesaj yoluyla iletmeyi akıl edebilmiştim.

Çok geçmeden hızlı adımlarla yanıma ulaştı, muhtemelen odasında unuttuğum ceketi omuzlarıma bırakmasının akabinde, üşümüş ellerini birbirine sürterek, yamacıma ilişti. Gözleri etrafı tarıyordu, ben de onunla beraber sağa sola bakındım.

Gökyüzünün siyahlığını yıldızlarla birlikte aşırmış irsilerini bana döndürüp, "Jungkook nerede?" diye sorduğu an, kırpıştırdığı kirpiklerinin etkisiyle aşırdığı yıldızların tozlarının havalanması ve soluk boruma doluşması bir oldu.

İ𝖓𝖈𝖔𝖒𝖕𝖊𝖙𝖊𝖓𝖙Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin