-3-

1K 86 47
                                    

-3-







İnsanları sınıflandırmak istesem kahve seçimlerini göz önünde bulundururdum. Sütlü, sütlü - şekerli, sütlü- şekersiz, sade, zift gibi...

Evet, bazı seçimlerin karakterlerle özdeşleştiğine inanıyordum. Mesela ben, sütlü- şekersiz kahve içerdim, kötü bir gün geçiriyorsam da kahvemin içine azıcık tarçın katar ve o müthiş kokunun zihnimi rahatlatmasına izin verirdim.

Jimin, kahvesini sütlü ve bol şekerli tercih ederdi; Yoongi sütü az, şekeri daha az kullanırdı. Zaten kahveyi sadece sevgilisi yanındayken içtiğini söylerdi, onun yüzünü uzun uzun izlerken dudaklarında o aromanın dolaşmasını seviyormuş. Günün her saatini içki içerek geçiren birinin romantiklik anlayışını özetlemenin farklı bir yoluydu bahsettiğim, gerçi bir editörün bu denli sığ düşünmesi beni şaşırtıyordu, onlarca romantikliğin işlendiği sayfaları düzenlerken nasıl olur da hiç feyz almazdı? Beyninin büyük kısmını Jimin'in mutluluğunu sağlamak adına kullandığından robotlaştığını varsıyıyordum; acaba Jimin'in kıymetli kıçı ağrıyor mu, acaba saçımı kızıla boyasam beni çekici bulur mu, acaba gittiğimiz restoranda sevgilimin yiyeceği yemekler mevcut mu? Tamam, tamam. Yoongi hyung tam bir romantikti, ben ise buna gıcıklık besleyen umutsuz bir adamdım.

Kahveden konu buraya nasıl geldi, emin değilim. Sanırım karşımdaki kişilik konuşmama yeminini bozmadıkça zihnimi meşgul etmek için saçmasapan şeyleri kurcalamayı sürdürecektim. Artık sessizliğe son vermeyi amaçlayarak hafif doğruldum ve boğazımı temizledim. Hoseok gereğinden büyük gözlerini şeker atmadığı halde karıştırdığı kahvesinden anlık olarak kaldırıp ona odaklanmış bakışlarıma bir an karşılık verse de, zifti - kahve çekirdeklerini bütün yutsa önündeki sıvının kafein seviyesini elde edemeyeceğinden ona zift deme kararı almıştım - ilgisini daha çok çekiyor olacak ki fincanı incelemeye geri döndü. Ah, Hanna ile kahve tercihlerinin aynı oluşundan adamın psikopat olduğunu anlamalıydım. Hanna uyumazdı, Hanna yorulmazdı, Hanna seviştikten sonra beraber duş alma önerimi kabul etmezdi. Çünkü sabahlığının önünü bağlayarak bilgisayarının başına oturması gerekiyordu, benimle ihtiyaçları dışında vakit geçirmek onun lügatında zaman kaybına tekabül ederdi. Cidden... Beni sevmediğine inanmak kolaydı, peki neden gece hıçkırıklarım Yoongi hyungun omuzunu çürütmüştü, niçin kulaklarım Jimin'in azarlamalarından dolayı çınlıyordu? Kabullenme evresini bir türlü atlatamıyordum, çoktan 'battaniye altı depresyonu' halimden sıyrılmış ve hazır markalarda indirime girmişken kendimi alışverişe vurmuş olmalıydım. Önümdeki huysuz adamı çekmektense kredi kartı limitimin ağzına sıçabilirdim.

"Taehyung." Hoseok adımı söyleyince sıçradım, kupaya sarılı elime kahve damlamıştı fakat sıcaklığını kaybettiğinden ufak bir sızı derimi yalayıp geçti ve tıslamakla yetindim. Masada, küçük saksılara dikilmiş çiçeklerin yanında, duran peçetelerden birini alıp elimi kurularken Hoseok'un yanıtımı beklediğinin bilincindeydim. Boş kül tablasına peçeteyi attığım sırada beklentisini karşılamış ve "Efendim?" diye mırıldanmıştım, cılız tınımın akabinde gözlerini devirdi. Taktığı gözlükler dolayısıyla dikkatim kocaman orblarına kayıyordu, sapık misali gözlerinde dolandırıyordum irislerimi lakin hiç rahatsızlık belirtisine rastlamamıştım. Öyle soğuk kanlıydı ki omuzlarımı örten hırka titrememi durdurmuyordu veya benimle aynı kaderi paylaşması beni geren unsurdu.

"Ne konuşacağız?" dedi sonunda anlamsızca karıştırdığı kahvesini yudumlarken. "Beni neden çağırdın?"

"Doğrusu Bay Jung rica etti, seni anlayabileceğime inanıyor. Hastaneden numaramı almış, dün arayınca şaşırdım. O... endişeleniyor Hoseok."

İ𝖓𝖈𝖔𝖒𝖕𝖊𝖙𝖊𝖓𝖙Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin