-22-

413 35 1
                                    

-22-










Eğer bir gün Jungkook'un değerlilerini -kitaplarını- karıştırma fırsatı bulursam, çok sevdiği cümlenin işlendiği sayfaların arasına iliştirilmiş fotoğrafına rastlayacağım beden, canlı kanlı karşımda duruyor ve yüzüne bulaşmış mürekkep izlerini, hiç çekinmeden, önüme seriyorken boğuluyor, tulumumun altına giyindiğim tişörtün yakalarını çekiştirip duruyordum.

Jungkook'un anlattıkları, gerçekleri karşılayan cümlelerin birer açıklayıcısı ise, o da Hanna'yı gördüğü vakit hissetmiş midir benim ruhumda cereyan eden pişmanlığı; benim düşürdüğüm insanı daha önce tökezletmişler, gelincikler açtırdığım boynuna kan çiçekleri ekmişler, morarttığım omuzlarına iğneler batırmışlar demiş, başka bedenlere değdirdiği dudaklarını zımparalama güdüsüyle aynanın karşısında tebessüm çizgilerine dolmuş acıları izlemiş midir uzun uzun. Merak ediyorum.

Göğüs kafesime kurduğum salıncakta şaşkınlığımı sallandırmaya başlamışken terli ellerimle masanın kenarını kavramış Yibo'nun sakinliğini yansıtmakla uğraşıyordum, damağım kuruduğundan maillerle ilgilendiğim müddetçe tükettiğim suyu pembe derilerime dayayıp sıvının ağzımda dağılmasına izin verdiğim saniyelerde delici bakışlarını suratımdan bir an olsun ayırmayan Yibo'nun güzelliğini özümsüyordum ki bu üstünlük sağlama oyununa dönüşmeye uygun ambiyansı dağıtmak amacıyla, "Jungkook çıktı." diye mırıldanmış, gitmesi gerektiğini anlaması için bilgisayar ekranına geri dönmüştüm.

Kafamın bulanıklığı ile yazdığım birkaç cümle sonrası Yibo'nun 'hım' ladığını duymuştum, kollarını koltuğun iki yanına sabitlemiş, bacak bacak üzerine atmıştı. "Aslında sabahtan beri şirketin önünde bekliyordum." dedi çok geçmeden, kaşlarını hafiften çatsa da konuşurken ifadesini yumuşatmaktan geri durmuyordu.

"Jungkook'u balonlarla koştururken izledim." Gülümsedi. "Bir ara pastaneye gitti, bir sürü kutuyla döndü. Heyecanlıydı, babalığı çabucak kabullenmiş." deyince ayaklandım, daha kendimle girdiğim mücadeleyi sonuçlandıramamışken sevdiğimin eski sevgilisine neyi, nasıl açıklayabileceğim hakkında bilgim yoktu, ne yanıtlarımı akıtabilirdim gücümü toparlayıp ne de söylediklerini çürütecek tezler sunabilirdim.

Nereden öğrendiği de meçhuldü, Jungkook bana danışmadan böyle bir işe kalkışmışsa Yibo'nun tepkilerini de hesaba katmalıydı, her şeyden önce aralarındaki ilişkinin boyutlarını yeni yeni kavramışken savunmasızlığımı yadsıyamazdı çünkü hiçbir hayalimde Yibo'yla yüz yüze bakmıyor, karşılıklı ithamlarımızı sunmak adına kelimelerimizi sivrileştirmiyorduk.

Yibo'nun varlığını en başından kabullenmiş benliğim dahi ruhumu kırıştırmış kenara atmıştı, güçsüzlüğüne gülüyordu. Bebeğimin benimle oluşuna tutunabilme umuduyla karnıma yaslanmış elim Yibo'yu çehreme odaklanmaktan kurtarınca daha da gerildim, yalnız değildim ama bu iki kişilik kalabalık çıplak ayakla dikenli yollardan yürümeme sebep oluyordu.

"Yibo, bak..." diyebildim, rengi koyulmuş irisleri yavaştan yukarı tırmandı ve sıktığı yumruklarını kucağına çekti. Cümleye başlamadan evvel ne diyeceğimi planlamadığımdan, balık misali, ağzımı açıp kapamakla yetindim, zaten Yibo konuşmamın hiçbir şeyi değiştirmeyeceğini göstererek, "Junghyun'u aradım." dedi, yaydığı gergin aurayı usul usul soluyordum.

Göz bebeklerinin etrafını çevrelemiş kırmızılık öfkesinin nişanesiyken onu rahatlatmayı düşünmedim, aksine yaşanacakları lehime çevirmeyi gaye edinmiştim, can kırıklarım ruhumun çatlaklarına batıp kan sızdırmasını sağlasa tek feryadımı.attığım kahkahalar karşılardı.

Yibo da geri çekilmeyi kendine yedirememiş olacak ki zihnine doluşan anılar dolayısıyla dağılmış ifadesini yeniden sertleştirdi. "Jungkook'la ayrıldık, yardım et... Onu geri kazanayım diye yalvardım. Dinlemedi. Jungkook, seninle, bebeğiyle mutluymuş Taehyung. Peşini bırakmalıymışım. Saçmalık." diye bağırarak koltuktan kalktığını görünce masanın ardındaki bedenimi arkaya sürükledim.

İ𝖓𝖈𝖔𝖒𝖕𝖊𝖙𝖊𝖓𝖙Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin