-16-
Göğsümde azılı bir şeytan, kanatlarını kaybetmeye yüz tutmuş, çelimsiz meleği delicesine yumrukluyor ve her ayağa kalkma çabasında sivri tırnaklarını beyaz elbisesinin örtemediği bacaklarına saplıyordu. Kanın nadide kırmızısından nasibini almış tüylerin bir kısmı şeytanın öfkesini taşıyan nefesi ile uçuşuyor, kalbimin çeperine yapışıyordu. Kemiklerimin ardında gerçekleşen olaylar silsilesi önce yüzüme şaşkınlık ifadesini oturttu, açık kalmış ağzım hafiften kapandığı vakit ön dişlerim alt dudağıma geçmiş, demir tadını yüreğimden aşırıp damağıma yaymıştı. Sonra çaresizliği soludum, Minseok'un öpücüğüyle nemlenmiş tebessüm çizgilerim soldu ve kanatları kırık meleğimin yaralarının benzerlerini çehreme kazıdım.
Kapıyı aralamış beden sadece başını içeri uzatabilmişken tapılası yüzünde kendiminkine benzer ifadeler yakalıyordum; diri şaşkınlığı meleğimin dua edercesine birleştirdiği ellerine bir ışık huzmesi gönderiyordu, hemen akabinde gelen çaresizlik ise şeytanın yumruklarını güçlendiriyordu. İçimdeki savaş öyle bir boyuta ulaştı ki sandalyemi iterek geriye savruluşum istediğim etkiyi yaratmamıştı aksine karnıma sardığım kolum onlara yeni bir hedef vermiş, tabanlarını rahmime bastırmışlardı.
Jungkook, "Üzgünüm. Ben... Taehyung'a bir şey soracaktım. Rahatsız ettim." deyince Minseok benden önce toparlanmış sorun olmadığına dair bir şeyler mırıldanmıştı, buna rağmen Jungkook kapıyı tamamen açmayı reddetti: gözlerini görüş açımdan çıkarmadan evvel, "Sorun yok." demişti. "Acil değildi, sonra... Sonra konuşuruz. Siz devam edin."
Jungkook'un gidişlerine alışkın benliğim bu sefer yabancı duyguların tesirinde çalkalanıyordu, sevdiğimin hissettirdikleri farklı tonlardan oluşmuş bir yün yumağıyken ipin ucunu bulup makarama dolayabilme şansımı kaybediyor, parmaklarıma geçmiş ipin mahkumiyetine boyun eğiyordum. Şeytan ipi gerdanıma sarma ihtimalim karşısında aç kurtlar misali hırıldıyordu, melek ise ona yeniden bir kanat örebileceğim hususunda ümidini yitirmemiş, elimdeki yumağın renginin siyah oluşunu önemsemiyordu.
Girdiğim transtan çıkma anımın şiddeti dilimin altına topladığım harflerin ortalığa saçılmasına sebep olduğundan hırpaladığım dudaklarım bir müddet kıpırdamadı, midemdeki çalkalanmanın dizginlenmesi ise beklediğimden fazla zamanımı almıştı.
Karnıma doğru eğilmişliğimin eğri bir konuma soktuğu vücudumu usul usul doğrulttum ve Minseok'un kararsızlıkla kararmış orblarıyla karşılaştım, yanıma gelmek ile mesafemizi korumak arasında mekik dokuyuşu fark edilir şekilde onu germişti.
Sonunda, "Taehyung." diye seslendiği vakit elini omzumda hissetmiştim, orayı hafifçe okşadı ve terle ıslanmış boyun bölgeme parmaklarını sürttü. "Jungkook'un kimseye söyleyeceğini sanmıyorum, rahatla." dedi parmaklarını çene kemiğine yönlendirmişken.
Babasının paçasına tutunmuş küçük bir çocuk gibi bakışlarımı kaldırmış, güzel yüzüne aşağıdan bakıyordum. Dilim kuru dudaklarım üzerinde gezinince bu sefer baş parmağını oraya sürükledi; önce nemlendirdiği kıvrımları okşadı usulca, hamile kalmam dolasıyla daha bir koyulmuş göz altlarıma ilerledi ve halkaları, kendi çapında, sevdi.
"Benim sana karşı beslediğim hisler... Millet duyacak diye azaltacağım bir olgu değil Kim Taehyung. Herkesin önünde seni sarmalamaya hazırım fakat her konuda olacağı gibi rızanı almadan hareket etmem, anladın mı? Öpücük aniden gelişti, affet. Şimdi gidip Jungkook'a açıklama yapacağım, sen de çöreklerini ye. Küçük yaramaz acıkmıştır."
Geriye attığı adımla beraber bileğine yapışınca zoraki bir tebessüm oturttu pembe derilerine, kısılmış gözleri irislerini görmemi engellese de oraya bakmaya devam ettim. Bir çırpıda,
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İ𝖓𝖈𝖔𝖒𝖕𝖊𝖙𝖊𝖓𝖙
FanfictionBen, Kim Taehyung, beceriksizin tekiydim. Doktorluk yapamıyordum, eşim ile başa çıkamıyordum, dans edemiyordum fakat hamile kalabiliyordum. *Tamamlandı. ! Angst değil ! Bu hikayenin yazarı 'nonkonformist' olup, hikaye ile ilgili tüm haklar kendis...