yirmi bir

4.4K 139 8
                                    

"Sıcak."

"Değil."

"Hayır, sıcak. Eminim." diyip karnıma sarılı kola elimi sardım. Sırtımı iyice gövdesine yasladığımda ayağını bacaklarımın üstüne attı. "Yeminle sıcak."

"Yeminle soğuk." nefesi kulağımı yalayıp geçerken yüzünü boynuma gömmelisiyle homurdandım. Zaten sıcaktı. Gitgide ısınan vücut ısımla ona daha çok yaslandım.  "Bak, üşüyorsun." dedi, bunu kanıt olarak göstererek.

Sonra bir şey oldu. Titredik.

"Deprem oluyor." gözlerimi aralayıp ortamda gördüğüm ilk nesneye yani televizyona baktım. Biz bir kere daha titredik ama onda tık yoktu. "Depreme güncelleme gelmiş." kısık sesle tespitimi mırıldanırken o "hıhı" diyip dudaklarını boynuma bastırmakla yetindi.

"Ateş?" dikkatim başımın altındaki koluna kaydı. Parmaklarını parmaklarımla sarmıştım. Başka bir deyişle el ele tutuşuyorduk. Yattığımız koltuk tekrar titrediğinde irkildim. Kolunun baskısından kurtulup sırt üstü yattım. Artık yüzü boynumda, nefesi tenimde gezmiyordu. "Titriyoruz."

"Olabilir, Lila."

"Ne, olabilir Lila? Sana öleceğiz diyorum." 

Kafasının altındaki uzun yastığa başını daha çok yasladı. Aslında benim de kafamın altında olması gereken yastığa kolu sayesinde değemiyordum. Elimi kaldırıp parmaklarımı yüzünde gezdirdim.

Hissetmemesi için çok baskı uygulamıyordum.

"Titreyen telefonun," nefesi parmak uçlarıma çarptığında kafama aniden bir ağrı girdi. Yüzümü buruşturdum. "Geceden beri titriyor. Prezervatif diye kaydetmişsin. Gözüm çarptı, özür mesajları-" sussun diye parmağımı dudağının üstüne bastırdım.

Başım çok ağrıyordu.

Boşta ki elimi alnıma attım.

Kaşlarımı çatmak, görüş açımı değiştirmek veya dudaklarımı aralamak bile kafama ayrı bir sancı göndermeme neden oluyordu. Derin derin nefesler alıp verdim. "Sus." diyebilmiştim sadece. Duyup duymadığından emin olamıyordum.

Gözlerini araladı. Önce dudaklarının üstündeki parmağıma sonra bana baktı. Konuşmayacağını düşündüğüm saniye parmağımı çektim. Belimdeki elini yüzüme çıkardı. Yanaklarımı kontrol etti. Ardından alnımdaki elimi ittirip elini sardı.

Koyu kahveleri gözlerimde pek oyalanmıyordu.

"Parmakların sıcacık," parmak uçlarımı yüzüne değdirdim. Ağrı gitgide azalıyordu. "Yanakların da öyle." dediğinde parmaklarımı daha çok sardım yanağına. Alkolü fazla kaçırdığım için Tanrı cezamı vermiş olmalıydı. Ağrı şiddetini tam manasıyla yitirmese de az öncekine göre iyi durumdaydı. Bu yüzden keşke içmeseydim diye geçirmedim içimden. "Başın yanıyor, Lila."

"Ha?"

"Yanıyorsun, diyorum." kolunu başımın altından çektiği gibi kafam yumuşak zeminle buluştu. Elimi kalkmak üzere olan vücuduna değdirdim.

"Sarılışından kaynaklı, geri yat." dedim, sakince.

Dinlemedi.

Kalktı ve koltuktan uzaklaştı.

Telefonum bir kez daha titrediğinde ben de doğruldum. Titremenin başladığı yere yani yastığın altına elimi attım. Telefonumu bulduğum gibi ekranı açtım. Sırt üstü tekrar uzanıp Agah'ın WhatsApp'dan attığı mesajlarda göz gezdirdim.

Uzaklarda bir yerlerde su sesi duydum. Ateş kesinlikle bir kovaya su doldurmaya başlamıştı...

mr.prezervatif: Konuşalım. (20.09)

mr.prezervatif: Bak, beni yanlış anladın.  (22.38)

mr.prezervatif: Onunla barıştıktan sonra zaten bu şeyi devam ettirmeyecektim.

mr.prezervatif: Amacım seni küçük düşürmek değildi, Koper.

mr.prezervatif: Barışmadık. (02.03)

mr.prezervatif: Buradan başlamalıyım sanırım.

mr.prezervatif: Diğer türlü ilerlemiyor.

mr.prezervatif: Bana adresini atar mısın?

mr.prezervatif: Yüz yüze konuşalım.

mr.prezervatif: Haklıydın. (04.39)

mr.prezervatif: Her şey çocuk değil.

mr.prezervatif: En azından olması gerekiyor kafasıyla hemen yapılmamalı.

mr.prezervatif: Lila, özür dilerim. (05.03)

mr.prezervatif: Sana saygısızlık yapmak istemedim.

mr.prezervatif: Aşağılık bir davranıştı.

mr.prezervatif: Yüz yüze konuşmak için bunu yapmak zorundaydım, üzgünüm. (14.01)

mr.prezervatif: *fotoğraf

Fotoğrafın üstüne tıkladığımda isimler gördüm. Yoklama kağıdına benziyordu ve benim de ismim aralarındaydı. Haftalık devamsızlığım gözüme takıldı. Ne yani geçen hafta full yok mu yazmıştı beni? Tek fotoğraf yoktu. Birkaç tane atmıştı. Ötekine de baktım.

O da önceki haftanın devamsızlık kağıdıydı.

Toplam sekiz gün yok yazılmıştım. Staj raporuma da "Ciddiyetsiz." diye not düşülmüştü. Üstelik babama attığı birkaç mesajın ekran görüntüsünü de yollamıştı bana.

"Staja her gün geliyor," yazmıştı babama. Düştüğü notların aksine iyi konuşmuştu onunla. "İlk projesi çok iyiydi" filanda yazmış.

Göz dağı mı veriyordu bana?

Ateş'in adım seslerini hissedince hızla klavyede parmaklarımı gezdirmeye başladım. Göz ucuyla baktığımda kocaman bir kova ve bez getirdiğini gördüm. Kovayı yere koyduğunda koltukta yan döndüm ve kovaya doğru baktım. Hâlâ parmaklarım klavye de gezerken sen telefon git kovanın içine düş (!)

Gözlerim korkuyla açıldığında Ateş kaşlarını çatıp bir telefona bir bana baktı.

"Neden yaptın bunu?"

"Gördün işte kazaydı." omuz silkerek sırt üstü yattım. "Hadi başıma ıslak bez koy. Sonra da bana yangını anlat. He birde dün gece ne olduğunu."

Bezi suya daldırdı ve çıkarıp sıktı. Sular kovaya geri düşerken tek gözümü kapadım. Soğuğun gelip alnıma değmesini bekledim. Öyle de oldu, Ateş kutuplardan gelen suya değmiş olan bezi düzgünce alnıma yerleştirdi. Titredim.

Üstümdeki pikeyi çekip koluma ve bacaklarıma da bezler yerleştirmeye başladı. Üç tarafım buz kütleleriyle donandığında başımı yan çevirip ona baktım.

Açıkta kalan yerlerim için bez sıkmaya devam ediyordu.

"Lila?" bir bezi daha elimin içine yerleşti. Bu abartı hareketine karşın dertle iç çekip "hm?" dedim. Gözlerime baktı. Kahveleri yarı çekingenlik yarı merakla parıldarken anladım kuyruk acısını.

"O konuyu konuşup hatırlamak istemiyorum."

best friend | tex ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin