Yıldıza bastıysak, yorumlar hazırsa başlıyoruz. 🤗
Bölüm türkümüz - Bir fırtına tuttu bizi
İyi okumalar...
Hayatın bir geri sayımı vardı, doğduğumuz ilk saniye itibariyle başlayan ve son nefesimiz ile birlikte biten ömür sayacı. Her bir saniyemiz ömür sayacımızdan gidiyor ve bizi mutlak sona bir adım daha yaklaştırıyordu. İnsan ömrü bir sayaçtı ve ben bu sayacı sevdiğim insanlara seve seve verebilirdim fakat ömür onlara kısa bana ise uzun biçilmişti. Bu hastanede kaldığım on gün boyunca kaderime ağlamış ve sayacımın, bebeğimi doğurana kadar devam etmesini dilemiştim. İnsan kaderini değiştiremiyor ve ömür sayacından istediği süreyi alamıyordu. Tek başınalığımı, kaderimi ve yaşamam gerektiğini kabullenmiştim.
Annem o günden sonra bir kez olsun ziyaretime gelmemişti. Odamın kapısında annemin kocasının adamlarından olduğunu düşündüğüm iki kişi bekliyordu, hastane yetkilileri dışında kimse giremesin ve ben şikâyetçi olamayayım diye alınmış bir önlemdi muhtemelen. Odaya girebilen birinden yardım istemek aklıma gelmişti, en azından Ragıp amcayı ve Hilal'i arayabilirdim fakat çalışan insanları da zor durumda bırakmak istemiyordum. Üstelik bu şartlarda buradan birine güvenmek pek de akıl işi değildi.
Annemin Ragıp amcaya yada Hilal'e haber vermediğine emindim fakat on gün boyunca benden haber alamayan Hilal'in ne yaptığını çok merak ediyordum. Bir yanım öğrenmediği için mutluyken diğer yanım kan bağsız kardeşimin yanımda olmamasına kırgındı. Fakat tüm bunlara rağmen biliyordum ki Hilal bu durumumu öğrenseydi ortalığı ayağa kaldırır bir şekilde bana ulaşırdı. Bunu bilmek bile yüreğimdeki ağırlığı hafifletmişti. Annem muhtemelen bir bahane ile Hilal ve Nurten anneyi kandırmış, bu durumdan haberdar olmalarını ve hatta yokluğumu sorgulamalarını engellemiştir. Annem geceleri uyuyabiliyor muydu acaba? Evladı hastane köşesinde acı çekerken ve üstelik karnında torununu taşırken tüm bunlara sebep olan adamla aynı yastığa baş koyabiliyor muydu? Ona söylediğim sözler benim bile zoruma giderken onun içi hiç mi sızlamamıştı? Cevabını bilen yanım ile bilmek istemeyen yanım savaş halindeydi ve sanırım savaşın galibi aslında çoktan belliydi.
Eren her gün ziyaretime gelse de annemi ve kocasını sormaya cesaret edememiştim. Acım biraz olsun hafiflemiş morluklarım geçmeye başlamıştı. O eve bir daha dönmek istemiyordum, Hilal ve Nurten anne bana kapılarını sonuna kadar açarlardı biliyordum fakat adını dahi anmak istemediğim, annemin kocası olan o adam buna izin vermez onlara da rahat yüzü göstermezdi. Onlara gelecek herhangi bir tehlikeyi göze alamazdım. Gittiğim her yere yüktüm aslında, eve gitsem olmaz gitmesem olmazdı. Bir yol bulacaktım yeni bir hayat için bir yolum olmalıydı, o yolu şimdilik bilmiyor olsam da bulmak için çabalayacaktım. Üzerimde benim bile anlamadığım bir sakinlik vardı. Hislerim mi alınmıştı yoksa hislerimi artık hissedemeyecek duruma mı gelmiştim anlamıyordum. Fazla hissetmenin getirdiği hissizlik duygusuydu sanırım bu, yanan bir insanın dayanılmaz şekilde acı çekmesi ve sonrasında hissizleşerek acıyı hissetmeden kül olması. Yana yana kül olmuştum; acım beni öldürmemişti ama kül haline getirmişti, savrulmam ve yok olmam bir rüzgara bakardı.
Kapının hafifçe vurulmasıyla bakışlarım kapıya döndü "Gelebilirsiniz." Diye seslendim. İçeriye daha önce görmediğim hemşire girdi, bakışları tereddütlü ve adımları yavaştı 20'li yaşlarının başında olduğunu tahmin ediyordum. Beyaz tenli siyah saçlı minyon bir kadındı. Kapıyı kapattığında gülümseyerek bana döndü. "Merhaba ben Zehra." Diye kendini tanıttı. Onun kadar içten gülümseyemesem de gülümsemesini karşılıksız bırakmadım.
"Ben yeni işe başladım, bir ihtiyacınız olup olmadığını öğrenmek için geldim." dedi içten gülümsemesini bozmadan.
Özel hastane olsa bile ihtiyaç soran bir hemşire ile daha önce karşılaşmamıştım. Kaşlarımın gözlerimin üzerine düşmesini engelleyemedim. "Her hastaya ihtiyaç soruyor musunuz?" diye sordum. Tavrım biraz sert olmuştu fakat bu durum bana biraz garip gelmişti. Üvey babam yüzünden her şeyden şüpheleniyordum, darbelerinin hedefinde karnımın olması bebeğimi öldürmek istediğinin en önemli kanıtıydı. Hastane kendi imajı için skandala karışmak istemese de o adamın tutacağı bir hemşire olayları değiştirebilirdi. Gülümsemesi yüzünde solarken "Hastaneye bağlı çalışıyorsunuz değil mi bana özel gelmediniz?" diye devam ettim sözlerime.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÖLGESİZ
General Fiction"Benim adım yok Narin, gölgem yok, ayak izim yok." dedi umutsuzca. "Olsun!" dedim omuz silkerek. Onun aksine umarsız çıkıyordu sesim. "Adını dilim zikretmese de kalbim senin adınla çarpar..." dedim üzerine basa basa "Olmasın ayak izin ben kokundan...