Yıldıza bastıysak başlıyoruz. ❤️
...
Hakan ile bu kadar sık göz göze gelmemiz birbirimizin tepkisini merak etmemiz normal miydi?
Cevap vermedim ve bakışlarımı çektim ondan. Bakışlarım önümde duran tatlı tabağına çevrildiğinde iştahımın kaçtığını fark ettim oysaki ne hevesle yapmıştım tatlıyı.
Hakan çok mu gerçekçiydi yoksa hep olumsuz mu düşünüyordu anlayamamıştım. Bir yola çıkmadan o yolun yarım kalıp kalmayacağını yada nasıl biteceğini nerden bilebilirdik ki.
Hakan'ınölüm korkusu yoktu biliyordum o sadece aklının birinde kalmasından korkuyordu bunu anlayabiliyordum. Birine karşı sorumluluk hissetmediğinde her şeye gözün kapalı gidebiliyordun, ölüme bile.
Her asker şehit olacak diye bir şey yoktu fakat ihtimali bile Hakan'ı düşündürüyordu. Hakan kalbini kapatmıştı, belki de Hakan şehit olma aşkıyla o kadar yanıyordu ki bundan başka ihtimali kabul etmiyor ve başka sevdaya kalbinde yer açmıyordu. Kimse ardında onu bekleyen birini bırakmak istemezdi, Hakan'ın yarım kalacak sevdadan kastı bu muydu?Galiba Hakan benim sınavımdı.Değil sınavdan geçmek iki gün sonra bırakıp gidecektim. Ben sınava zamanı yetmeyenlerdendim.
"Peşin hükümlü olma oğlum, zamanın ne getireceğini bilemezsin. Bazı şeyler yaşanmalıdır, sonucunu bilsen bile yaşamalısın hatta... çünkü bazen sonuç değil de süreçtir önemli olan." dedi yumuşak bir tavırla.
Hayranlıkla baktım Ragıp amcaya. Eşini kaybettikten sonra bile hala böyle konuşabiliyordu, keşke yaşamasaydım keşke tanımasaydım demiyordu. Acısına rağmen iyi ki diyordu.
Belki cesaret bizim tanımladığımız gibi topla, tüfekle yada ölümü göze almakla olmuyordu; Belki de cesaret sonunun kötü olacağını göze alarak duygularına sahip çıkmaktı.
Her insan biraz korkaktı aslında hiç kimse hiç bir zaman tamamen korkusuz olamıyordu. Belki de cesur olup olmadığımıza değil de hangi konular da cesur hangi konularda korkak olduğumuza bakmamız gerekirdi.
Ragıp amcanın yeşil gözlerine baktım. Yorgun ama hala mutlu olan gözlerine. Hülya teyzeyi çok özlediğine emindim. Acısının hiç azalmayacağına da emindim ancak dediği gibi sonuca değil sürece odaklanmış onunla yaşadığı güzel günleri yaşatıyordu kendi içinde.
Ölüm sevdiklerimizi alabilirdi fakat biz yaşadığımız sürece anılarımız ölümsüzdü. Ölümden korkmak yada ölümü göze almak değildi mesele, ölüme giden yolda nasıl yürüdüğündü aslında.
Uzunca sayılabilecek bir süre baktım Ragıp amcanın yüzüne. Kır ama gür saçları, kırışmaya başlamış alnı, göz çevresini saran çizgiler... yüzünün her bir noktasında yaşanmışlık vardı. Altmışlı yaşlarında olmasına rağmen çok dinç ve heybetli bir adamdı Ragıp amca. Geniş omuzları, uzun boyu, kalın kaşları vardı. Hülya teyze ile birbirlerine çok benzerlerdi. Bu benzerlikten olsa gerekruh ikizim diye hitap ederlerdi birbirlerine.
Hülya teyze de kumral, yeşil gözlü boylu poslu çok güzel bir kadındı. Ragıp amca ondan on yaş büyük olmasına rağmen yaş farkı varmış gibi durmazlardı hiç, çünkü Ragıp amca çok genç gösteriyordu.
Geç teşhis edilen kanser yüzünden on yıl önce aramızdan ayrılmıştı Hülya teyze. Onlar birbirlerini yaşamışlardı. Belki birbirlerine doyamamışlardı ama yaşamışlardı.
"İnsanın en değerli birikimi anıları değil mi?" diye sordum Ragıp amcaya. Gözlerim dolmuş, sesim titremişti. Ragıp amca için ağlayabilirim bugün. Onun pamuktan sevgi dolu kalbine...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÖLGESİZ
General Fiction"Benim adım yok Narin, gölgem yok, ayak izim yok." dedi umutsuzca. "Olsun!" dedim omuz silkerek. Onun aksine umarsız çıkıyordu sesim. "Adını dilim zikretmese de kalbim senin adınla çarpar..." dedim üzerine basa basa "Olmasın ayak izin ben kokundan...