Herkese merhabaaaa sevgili Gölgesiz ailem. Hayırlı ramazanlar ❤️ sayaçtan erken geldim Hüm at gitsin dedi. Bende dünden razıyım sizinle kavuşmaya. 😍
Yıldıza bastıysak, satır arası yorumları hazırladıysak BAŞLIYORUZ...
...
İçimde büyük bir savaş vardı; ölümün ve yaşamın savaşı. Ölüm hem galipti, hem mağlup… Yaşam, mecburen galipti ancak aslında ölüm isteğime çoktan mağlup olmuştu. Kalbimde büyüyen ve birbiriyle yarış halinde olan birbirine zıt iki büyük arzu.
Ölüm siyahtı, yaşamak beyaz. Ben incecik bir çizgide her ikisini de memnun etmeye çalışan ve hangi tarafı seçeceğine bir türlü karar veremeyen o faniydim.
Bedenim bana yabancıydı tıpkı ne istediğini bilmeyen ruhum gibi. İnsan neyin arzusunu duyarsa onu kendisine çekmeye daha yakındı, ben ise her iki tarafa… Bundandır ki kendime yabancıydım, bundandır ki araftaydım.
Tüm zıt arzular bir bedende toplanmıştı.
Bende…
Ben miyim bu ölümü arzularken ölümden kaçan, benim ayaklarım mı bu yaşama koşan?
Kimin bu çaresiz bakan gözler?
Ben miyim bu umutsuz ruhu taşıyan beden?
Kimim ben?
Hangi sıfat anlatır beni? Anne, eş, evlat…
Henüz anne olmamıştım, eşim yoktu ve annem babam… Hiçbir sıfatım yok muydu benim şu dünyada? Hiç kimsenin bir şeyi olamamış mıydım? Peki Narin’i tanımlarken kurduğum o cümleler, beni bana anlatırken sarf ettiğim tüm o sözcükler hiç biri tam olarak beni tanımlayamaz mıydı?
Kimdim ben?
Cesur muydum, yoksa korkak mı?
Yaşama tutunan mı, yaşamdan kaçan mı?Kim olacağım ben?
Yaşayan mı, yaşatan mı, ölen mi… ?
Hakan gittikten sonra bildiğim her şeyi unuttum. Bir ölüm, insandaki tüm ezberleri bozdurabilirmiş. İnsan en emin olduğu yerden sınanmaya mecburmuş. Belki de buydu insan olmanın ilk kuralı; İnanmak, yanılmak, aramak ve bulmak. Bulmak için mi gelmişti insan hayata?
Sınanmak için geldik bu dünyaya demişti ilim sahibi biri. Belki de hepimizin geliş amacı birbirinden farklıydı, kimimiz sınanırken kimimizde sınavın ta kendisiydik.
Sahi ben neden gelmiştim bu dünyaya? Sınanmaya mı birilerinin sınavı olmaya mı?Güllerden, aylar ve hatta mevsimlerden bir haberdim. Hakan gideli ne kadar olmuştu, ne kadar süre kalmıştım hastanede, bebeğim kaç günlük olmuştu? Bilmiyordum. Tüm sayılar ve sıfatlar anlamını yitirmişti benim için. Yitik bir insanın bilmek istememek gibi bir durumu oluşuyordu. Bu kişiden bağımsız ve kontrol edilemezdi.
Hakan’ın benden daha çok yaşayabiliyor olduğuna emindim. Ölmek sonsuz bir yaşama açılan kapı değil miydi neticede? Hakan’ın sonsuz bir yaşamı vardı fakat benim yoktu. Hakan ölümsüz bir ölüydü, ben ise ölümlü bir yaşayan.
Beni duyuyormuş gibi fısıldadım acıyla “Senden sonra bu dünya bana yabancı oldu.”Tüm gücümle koşuyordum. Ağaçlık bir yere girmiştim, yüksek ve sık ağaçlar beni korurdu. Eren ana yola çıkmamı söylemişti fakat oraya ulaşmak için araba yolu yerine orman yolunu tercih etmiştim, böylesi daha güvenliydi. Ardımda kalan sesler susunca soluklanmak için bir ağaca tutundum. Sağ elimle ağaçtan destek alırken sol elimde karnımı tutuyordum. Soluklarım oldukça düzensizdi ve kaburgalarımdaki ağrı kendini iyice belli etmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÖLGESİZ
General Fiction"Benim adım yok Narin, gölgem yok, ayak izim yok." dedi umutsuzca. "Olsun!" dedim omuz silkerek. Onun aksine umarsız çıkıyordu sesim. "Adını dilim zikretmese de kalbim senin adınla çarpar..." dedim üzerine basa basa "Olmasın ayak izin ben kokundan...