7. BÖLÜM

858 62 5
                                    


...ÖNCEKİ BÖLÜMDEN BİR KESİT...

- İyilik perisi senden bu sefer gerçek bir iyilik isteyeceğim.

- E evet, nedir?

- Karşılıksız gerçek sevgiye olan inancı, umudu arttıracak hikayeler getir bana. Getir ki ben de o hikayeleri tozlaştırıp insanlara umut olarak serpebileyim. Olur mu? Yapabilir misin?

İyilik perisinin gözleri bir anda sevinçle ışıldadı.

- Tabii ki de! Dileğin benim için kabuldür umut perisi."

Ve işte böylece iyilik perisinin diyar diyar gezip bizim masalımıza girme vakti gelmişti. Peri kızımız, Lidya Lis'in masalına altın bir gözle en önden giriş yapacaktı ve tüm izleyenleri kanser edecekti.

... KESİT BİTTİ...

Evvel zaman içinde kalbur zaman içinde pamuk gibi beyaz bulutların arkasında, bir zamanlar herkese yardım etmek isteyen ve yardım ettiğinde mutlu olan salak bir iyilik perisi yaşarmış!

Bu iyilik perisi, cahilliğinden midir yoksa saflığından mı bilinmez. Günün birinde umut perisine kafa tutar olmuş. Onunla iddialaşmış ve bir dileğini yerine getireceğine dair sözlerde bulunmuş. Sırf bu yüzden, olmayan bir şeyi aramak için asırlar boyu yaşamını dünyada geçirmek zorunda kalmış.

Dünyada geçirdiği bu asırlık zaman diliminde hayata dair bir çok şey gözlemlemiş.  İnsanlar açgözlü dolaşır, bencilce düşünür ve menfaatleri için yaşarmış.

Enihayetinde onların herşeyden öte bi o kadar da şekilci varlıklar olduğu gerçeğini de sonunda apaçık öğrenebilmiş. Onlar ki basitçe bir çiçeği koklamadan önce bile rengine bakıp seçen varlıklarmış. Bu gerçek, iyilik perisini adeta tokatlamış. Yaşadığı mutlu unicornlar ve periler dünyasından büsbütün çıkartıp söyle güzelce bir de silkeleyivermiş.

Tokat manyağı olan iyilik perisi, sonunda oturup biraz ( NE BOK YİYECEĞİNİ! ) düşünmüş. Bu böyle gidemezmiş! Ne karşılıksız sevgi onun ayağına geliyormuş ne de kendisi arayınca böyle bir şeyi bulabiliyormuş! En sonunda kararını oracıkta verivermiş.

"Eğer hikayeler benim ayağıma gelmiyorsa bende onları kendim yazarım! " demiş.

Böylece pılını pırtısını toplayıp tekrar yollara koyuluvermiş. Bu sefer hikayeye dahil olmak adına, görünüşünü yaşlı ve aksak bir cadının bedenine çevirmiş.

İyilik perisi birbirini takip eden bir kaç gündoğumu ve günbatımının ardından, uzak mı uzak diyarlarda, bolluk  bereket içinde yaşayan bir ülkenin Kraliyet şatosuna varabilmiş. Yağmurlu bir günde şatonun kapısına adeta bir sülük gibi yapışmış.

Kendisini durdurmak isteyen muhafızları lanetlemekle tehdit ederek oracıkta büyük bir yaygara kopartmış ve bu şekilde içeri girmeyi başarabilmiş.
İçerisi, balo olduğu için bir çok soylu insanla doluymuş. Aslında gürültülü olan balo salonu cadının gelmesiyle birlikte derin bir sessizliğe gömülmüş.

Soyluların kibir ve memnuniyetsizlik dolu bakışları cadının üzerindeymiş.
Cadı hiçbirine aldırmadan tok bir sesle duyurmuş:

- Kralınız kim? Beni kralınıza götürün! Bu yaşlı cadının ona söyleyecek iki çift lafı vardır.

Soylular bu sözlerin üzerine alayla gülüşmüşler. Kendi aralarında cadıyı aşağılayan ucuz espiriler yapmışlar.
Hatta içlerinden en aklı cıvık olan çıkıp konuşmuş:

- Bak seeen! Şu buruşuk suratlı cadıdaki özgüvene bakın dostlarım! Nasılda kendinden emin. Gerçekten kralımızı görebileceğini zannediyor! Hah, ne soysuz ne asaletten yoksun köylüce bir tavır bu böyle! Ona kim haddini bildirmek ister? Şahsen ben bu çamurlu papuçların asil sarayımızı daha fazla kirletmemesi kanaatindeyim. Ne dersiniz?

TAKINTI / TEBRİKLER ÖLDÜNÜZ!Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin