8. Bölüm: Her Dünün bir yarını...

161 10 40
                                    

"Yaşamak elindeyken bugün, Ne diye bırakır, yarını düşünürsün? Geçmiş, gelecek, kuru sevda bütün bunlar; Kadrini bilmeğe bak avucundaki ömrün."

//Rubailer
Ömer Hayyam

Masallar bir varmış bir yokmuşla başlardı. Sebebi bence zihnimizde bir var olup bir kaybolmasıydı ama bunu başka şekilde açıklayanlar da illaki vardı.

Masallar konusunda fikirlerin çok tartışılır şeylerdi. Bence masallar küçük yaşta çocukları gerçeklikten koparıyor, onları küçük yaşta yalanla tanıştırıyordu. Tabii bunu o yaştaki çocuklar anlayamıyordu. Bu fikirlerime küçük yaşta kapılmıştım, belki annem bana hiç masal okumadığı için belki masal kahramanlarını kıskandığım için bilmiyorum...

Masallar hep çocukluğumun sevmediği yanları olurken karşımdaki masal kitaplarıyla dolup taşan raflar arasında kaybolduğumu hissettim. İçimdeki o çocuk yanımın masal dinleme isteği kabarıyor, kabarıyor ve kabarıyordu. Hoş yine bana bu masalları okuyacak kimse yoktu.

Öldüğümde mezarımın başında masal okunmasını vasiyet edecektim. Dünyada dinlemediğim her masal mezar taşımda yankı bulacak ve her ruhun derinliklerinde bir yere dokunacaktı.

Ellimi rafa uzattığımda elime ilk gelen masal kitabına baktım.

Küçük Prens... Aslında tam olarak masal olarak geçmese de masalsı bir kitap olduğunu biliyordum.

Elimdeki kitabı çantama koyduğumda gözlerim dışarıda telefonla konuşan annemi buldu.

Sümeyye Sultan.

Annem hayatımda çok değerli bir yere sahipti. Babam beni annemle baş başa bıraktığında çok defa düşmüş ama yine kalkmıştı. Babamdan bahsetmese bile onu hâlâ çok sevdiği kesindi. Adını bile bilmediğim babam zaman ilerledikçe içimde büyük bir çukur açıyor ve tüm acılarımı iki katına çıkarıyordu.

İsmimin anlamı hatıra demekti. Annem babamdan ona hatıra kalan son şey olduğum için bu ismi bana layık görmüştü. O zamanlar bu ismin ağırlığı altında ezilir, büzülür, isminden ne kadar nefret edebilirsem o kadar nefret ederdim. Aslında bakılırsa o zamanlar kafaya takmadığım her şey ruhumda çok ağır yaralar bırakmıştı. Hayatımın her noktasında korunmasız bir ilişki yüzünden zorluk çekmiş ve bu koca dünyada ruhen tek başıma savaşmıştım. Fakat ne hikmettir ki tutunacak bir dal bulmuş bir şeylere şükür etmeyi öğrenmiştim ve bunun için annemi hiç suçlamamıştım.

Annem benim en değerli yaramdı. Ve ben onunla insanın yaralarını sevebileceğini kesinkes öğrenmiştim.

Kaşlarım annemin yanına gelen mavi gözlü, kumral ve büyük olduğuna emin olduğum ama genç gösteren adamla çatılırken ne konuştuklarını iliklerime kadar merak etmekten kendimi alamadım. Gözlerindeki duygular öyle açık seçikti ki sanki beden olup gözlerinden taşıyordu.

Pişmanlık ve özlem. Bu iki duygunun baskın olduğu mavi gözleri annemin hararetli konuşmasına karışıyor fakat adam onu dinliyor gibi durmuyordu. Anneme her ne dediyse annem sıkıntıyla ellerini saçlarına geçirmiş ve başı bana doğru dönmüştü. Beni gördüğünde gözleri öfkesinden silkindi ve hızlı adımlarla yanıma geldi. "Çıkıyor musun, kızım?" Başımı salladığımda sorgulamadım çünkü sorgularsam izlediğimi anlardı. Gözlerim adamı bulduğunda soran gözlerimle bakmayı da ihmal etmemiştim. Tamam biraz sorgulamış olabilirim..

"Yakut ve Yaman beni bekliyordu. Geç kalmadan gitsem iyi olacak." Annem başını salladığında sarılarak ayrıldım yanından adam fazlasıyla kafamı kurcalasa da sormayacaktım çünkü anneme güveniyordum. Bir şey yapıyorsa bir bildiği mutlaka vardı. Elimdeki telefon titrediğinde ekrana baktım ve "Bir ikiz bir tekiz pattis kızartması severizzz" adlı gruba gelen mesajla gözlerimi devirdim.

Bergüzar Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin