GÜNAHLAR

1.2K 63 2
                                    

En güçlümüz öfkeydi,
pes etmeyen kıskançlık
Asla durmaz açgözlülük
Bitmek bilmezdi şehvet
Asla doymaz oburluk
En dipteydi kibirse
Son bulmazdı tembellik

Biliyor musunuz, insanlar bizim çok şanslı olduğumuzu düşünebilir. Eminim, çoğu insan bizim yerimizde olmanın harika olacağını düşünüyordur.
Şunlara da bakın, zaman ve boyutlarda istedikleri yere zıplayabiliyorlar!(ki aslında zıplamıyoruz, ama konu bu değil)Ne kadar harika!
Hiç de öyle değil işte.Gerçi bazı avantajlar olduğunu kabul ediyorum, 2160 yılında icat edilen güzellik malzemeleri gibi. Bir kere tüylerin üzerine sürdüğünüzde hemen dökülen ve bir daha çıkmamalarını sağlayan tüy kremleri, 2 saniye içinde etki eden saç uzatıcılar, genetiğinizi değiştirmenizi sağlayan cihazlar(ki bu sayede doğal sarışın, kızıl ya da yeşil gözlü olabilirsiniz).
Ayrıca dönüştürücüler.Bir maddeyi diğerine dönüştürmenize yarıyor ki, kendinizi Victoria döneminden antik yunanda bulduğunuzda kıyafetinizi dönüştürerek çok işe yarıyor. Dönüştürücü nanoteknoloji yardımıyla dokunmuş kıyafetler cidden hayat kurtarıcı.
Tıpkı dünyadaki tüm dilleri otomatikman çeviren akıllı küpe gibi.
Yine de gittiğimiz her yerde en az dikkat çeken kişiler olmalıyız. Hiç bir şeyi bozmamalıyız.
Her bir hareket planlı. Ne kadar sıkıcı olduğunu tahmin edemezsiniz. (Kendi zaman çizgimiz olmadığından dolayı silinmemek için sürekli saçma salak nesneler bulmak zorunda oluşumuzu saymıyorum bile)
Bu yüzden herkesin bilmediği yerlerde özgürce dolaşmayı seviyorum.
Soylu kesimlerin girmediği arka sokak ve barlara gitmeyi. Kimsenin benden asil, zarif ve dikkatli davranmamı beklemediği yerlerde istediğim gibi davranmayı.
Biz de iki kesim vardır. Asiller ve sıradanlar.
Asiller bilmem kaç Milenyum yıl önce olan Zaman Savaşında kahramanlık yapan komutanların kuşağıdır.
Sıradanlarsa sıradandır işte. Aileleri muhtemelen savaşta askerdi, saklanıyorlardı ya da yaralıları tedavi falan ediyorlardı.
Sıradanlar normal görevler alır, normal evlerde yaşarlar. Hatta çeşitli zaman dilimlerinde bir hayatları vardır.
Bunu Asiller de yapar gerçi, pek çok zamanda evlerimiz vardır. Belli bir Popülaritemiz. Onlarca ismimiz.
Ama sıradanlar daha rahattır.
Benim gibi bir asilin(hemde ünlü Di Valencilia ailesinin yaşayan tek üyesinin) sıradanlarla nasıl iletişime geçtiğimi merak edebilirsiniz.
Dürüst olayım, hiç de düşündüğünüz gibi asilim ama asiyim, kurallar bana işlemez tarzı bir insan değilim.
Bana kalsa onların farkında bile olmazdım, züppelikten değil, ben çevreye sıfır dikkat eden şu insanlardan biriyim. Hani yanında adam ölse farketmeyen.
Sıradanları tanıma nedenim, abim.
Ama bu konuda başka laf alamazsınız benden. Şimdilik.
Favori barıma girerken insanların beni tanımamasına memnundum. Her gün bir dolu saçma zarafet kurallarıyla uğraşıyorum zaten.
İçerideki kendi halinde takılan insanlara hiç bakmadan direkt barmenin yanına gittim.
Beni korumayı iş edinmiş kişiye.
- Ufaklık?
Jackson Mereth.
- Jackky dedim sırıtarak. Yüzünü buruşturdu. O aptal buffalo gösterisinden beri bu takma addan nefret ediyor.
-Burada ne işin var bakalım diye takıldı bana. Bir balo salonunda falan olman gerekmiyor mu senin?
- Ha ha dedim somurtarak. Aslında haklıydı, gerçekten de bir balo salonunda olmam gerekiyordu.
- Seni özledim dedim sırıtarak. Sonra ciddileştim.
- Bir de haber var mı diye sormaya geldim.
Başını çaktırmadan sağa sola çevirerek etrafı kontrol etti.
-Hayır dedi sessizce. Şimdilik, yok.
Hayal kırıklığı ifademi göstermedim, Jackson bunu haketmiyordu.
-Sen bunları çok düşünme hem dedi nazikçe gülümseyerek, eline bir bardak alıp onu bir bezle silmeye başladı.
-Başka yapacak bir işim Yok ki dedim ekşi bir ifadeyle.
Güldü.
-Hadi canım dedi dalga geçerek. Asillerin önemli hayatları önemli görevlerle dolu sanırdım.
Sesindeki alayı duymamak imkansızdı. Jackson bu aptal asiller-sıradanlar kast sistemine inanmıyordu, haksız da sayılmazdı. Yani bilmem kaç milenyum önce yaşanmış bir savaşta atalarımızın ne rol aldığı kimin umrundaydı?
-Ha ha dedim. Bunu danışmanlara da söylesene. Az önce pembe temalı bir yaş günü partisinde ağzı kokan bir adamla asosyal bir hanımefendinin arasını yapıyordum. Neden mi?
Dramatikle susup bir an bekledim.
-Çünkü Büyük Britanya'nın kaderi onlara bağlıydı!!
Ben dramatikle kollarımı iki yana sallayarak durumun absürtlüğüne veryansın ederken Jackson da bana gülüyordu.
-Abartma dedi karnını tutarak. Olayları dramatikleştirmeye bayılıyorsun Io.
-Hiçte bile dedim huysuzca. Neden gerçek görevler alamıyorum bilmiyorum. Geçen hafta aptal bir nişan yüzüğü için bir hafta boyunca saçma sapan dedikodular dinlemek zorunda kaldım. "Bayan Jameson'un tavukları ölmüş! Hepsi bir gecede hık diye gidivermişler! Aramızda bir cadı, lanetli bir yaratık var söylüyorum size. Siz ne düşünüyorsunuz bayan Yvonn?" Ne mi düşünüyorum?? Bayan Jameson kocası tarladayken papazla kırıştıracağına kümesin kapısını kapatmayı deneseymiş diye düşünüyorum! Ayrıca bu kadar dedikodunun beyin hücrelerini öldürdüğünü düşünüyorum!
Jackson gülerek ellerini teslim olur gibi havaya kaldırdı.
- Tamam tamam haklısın dedi gülmeye devam ederek. Lütfen daha fazla devam etme, yoksa trajik yaşamın beni göz yaşlarına boğacak.
-Ha ha dedim kuru bir sesle. Çok komik.
Bana parlak bir sırıtış verdi.
-Pekala, sana bir şeyler ısmarlayacağım, madem günün bu kadar kötü geçiyor.
- Kokteyl dedim hemen. Tatlı bir tane.
- Çocuk dedi nazik bir ifadeyle.
Yanaklarımı şişirip hıhladım. Ne yapayım tatlı şeyleri seviyorum.
Arkasını dönüp bana kokteylimi hazırlamak için birkaç şişe çıkardı. Bana dönüp gülümsedi.
-Yardım?
Sırıtarak bar masasının arkasına geçtim.Ona yardım etmeyi seviyordum, barmenlik eğlenceli bir işti.
-Limonları doğra dedi tezgahı işaret ederek.
Tezgahtaki limonları yuvarlak inçe dilimler halinde kesmeye başladım.
Gözümün ucuyla bir hareketlilik sezerek Jackson'a baktım. Tezgaha tutunmuştu. Birden yığılır gibi olunca hemen elimdeki bıçağı bir kenara atıp onu tuttum. Bana halsizce sırıttı. Yorgun görünüyordu.
-İşe bak dedi. Yanlış hesapladım herhalde.
Anlayışla başımı salladım.
Bu, bizim lanetimizdi.
İnsanlar yedi günaha sahiptirler, bizse sadece bir.
Ama kelimenin tam anlamıyla bir tane. Bu tek günah öyle güçlü olurdu ki bazen içimizde başka hiçbir isteğe yer vermezdi.
Her zaman içimizde beklerdi, bizi zorlardı, hemde aşırı şeylere. Delilik sınırına dayanacak kadar bazen.
Aynı zamanda güçtüler, ama kullanmak için belli bir profesyonellik lazımdı. Bunun için o günahı bastırmaktan daha fazlasını yaparak tamamen kontrol altına almalıydınız.
Jackson'ınki tembellikti, her an yere yığılmamak için çaba harcıyor.
- Çok üzgünüm dedim pişmanlıkla. Seni yordum değil mi?
-Hayır hayır, dediğim gibi yanlış hesaplamış olmalıyım dedi beni rahatlatmak ister gibi. Yine de beni ikna edememişti.
- Merak etme, iyiyim ufaklık. Sen kendini düşün.
Çünkü benimkisi en zor kontrol edilenlerden biri.
Her an fısıltısı kulağımda, asla susmayan kelimeler dizisi. Aynı kelimenin sürekli tekrarı. Her an beni sınıra çekmeye çalışan, öfkeden deliren bir ses.
Öldür...Öldür...Öldür...
Benim günahım öfke.
Multimedia Jackson Mereth.

LEYDİ (DÜZENLENECEK)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin