Kan ter içinde uyandım. Derin bir nefes aldım, verdim. Yüzüm ter içinde kalmıştı. Derin derin nefesler alıp veriyordum. Yatakta doğruldum, pamuklu yorganı üzerimden çekip çift kişilik yatağın diğer tarafına attım. Ellerimle yüzümü ovuşturdum. Kalbim delicesine sanki yerinden çıkacakmış gibi atıyordu. Öyle ki kalbimin hızlı atışları odamın içinde yankılanıyordu. Komodinimin üzerindeki kısa masa lambamı açtım. Lambanın zayıf, beyaz ışığı odayı loş bir hale getirdi. Çıplak ayaklarımı yataktan dışarı doğru sarkıttım.
Bu rüyayı görmeyeli biraz zaman oluyordu. O gece yaşananları asla unutmamıştım. Annemin o zamanki korkusu, dedemin merdivenlerden düşmesi, babamın o hali... Hâlâ gözümün önünden o sahneler gitmiyordu. Nasıl gitsin ki?
Sevdiklerimiz hayatımızın gerçek benliklerini oluştururlardı. Onlardan birinin başına bir şey gelmesi insanı mahvederdi. Hayatta kendini esir gibi hissettirirdi. İlla ki bir şey olmasına gerek yoktu. Bunun telaşı bile insana yeterdi.
O olay yaşandıktan sonra suçluya karşı derin bir öfke ve kin beslemiştim. Eğer o suçlu dedemi öldürmesi için başka birini göndermeseydi veya gönderdiği adam öldürülmüş olmasaydı şimdiye çoktan yakalamış olacaktı. İşlerin ters tepmesinden nefret ediyordum!
Yatağımdan kalkıp giysi dolabımdan yeşil bir tişört giydim. Evden çıkıp ormanın içinden Güneylerin evine doğru yürümeye başladım. Orman yolu loştu. Ayın ışığı ağaçların arasından geçip ormanın içine ulaşıyordu. Etrafta sadece baykuşların ötüş sesleri ve ağaçların rüzgarla beraber hışırtıları vardı. Koluma göz ucuyla baktığımda Bekçi Sembolümü gördüm, baykuş. Sadece gece karanlığında ortaya çıkardı. Gündüzleri olan aydınlıktan korkar saklanırdı. Ormandan çıkarken evin çatısı göründü.
Kapıyı çaldım. İlk başta bakan olmadı, tekrar çaldım. Kapıyı uykulu gözlerle Güney açtı. Tam olarak ışığa alışamamış gözlerini kısarak bana bakıyordu. Gözlerini tam olarak açtığında sorar şekilde ve biraz da şaşırmış bir şekilde kaşlarını çattı.
"Sinan, kafayı falan mı yedin oğlum bu saatte?" şaşırması doğaldı. Saat gecenin iki buçuğuydu.
"İçeride konuşsak olur mu?" durgun surat ifademe bakıp başını salladı. İçeri girdim kapıyı kapatıp merdivenlerden odasına çıktık. Masasının sandalyesine oturdu. Bende armut koltuğa oturdum. Benim konuşmamı beklemeden "Evdekilere mi bir şey oldu?" diye sordu.
"Hayır, onlar gayet iyiler."
"O halde sorun nedir?"
"Gece bir rüya gördüm. Evden kaçmaya çalıştığım geceyi hatırlıyor musun?"Başını olumlu anlamda aşağı yukarı salladı tekrar. "O gün yaşananları gördüm. Babamın vurulduğunu, dedemin merdivenlerden düşüşünü ve annemin korku dolu yüzünü." sözlerimi tamamlarken gözlerim dolmuştu, gözlerimin akmaması için fark ettirmeden başka yöne baktım. "Olanlar senin suçun değildi." Dedi birden.
"Güney, birbirimizi kandırmayalım. Bütün bu yaşananlar ben evden kaçtım diye oldu. Ben evden kaçmaya kalkışmasaydım hiçbir kötü an yaşanmamış olacaktı." O gün evden kaçarken balkon penceresini açık bırakmıştım. Adam, benim bağladığım halat ile odama girmişti. O an odamda olan dedemi rehin almıştı. Amacı zaten dedemi öldürmekti.
İstediği bir şey vardı: dedemin bana saklamam için verdiği Bekçi Sırları Albümü. Onu da kaybetmiştim gerçi. Adam zaten çok korkmuştu ve acemiydi. Dedem onu kandırıp aşağı indirmişti. Annem ile babam o sırada mutfaktalardı. Sesleri duyunca gelmişlerdi. Nasıl bu kadar bencil olabilmiştim?
Kendimi suçlu hissediyordum. Her zaman o adamı suçladım ama kendi suçumdan kaçmak için bunu yapmıştım. Ben evden kaçmaya kalkışmasaydım adam bir şekilde yakalanacak ve bunların hiçbiri yaşanmamış olacaktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bekçi ve Cadı
FantasyEfsanelere inanır mısınız? Kurt adamlar, vampirler gibi peri masallarından söz etmiyorum. Gerçek denge ve uyumdan söz eden efsanelerden bahsediyorum. Tanrı, Dünya'yı var ettiğinden bu yana dengeyi korumak için 5 Bekçi soyu seçti. Umut, Bilgelik, Güç...