Kalbim yerinden çıkacakmış misali atıyordu. Heyecandan, korkudan belki de sevinçten miydi? Sevinçten atsa dahi onu ben öldürmediğim, katil olmadığım sevincinden atardı. Odanın etrafında dönüp duruyordum. Hepimiz şaşkındık ve hiçbirimiz bir şey düşünemiyorduk. Yeşim pencere pervasızına yaslanmış, kollarını kavuşturmuş bir şeyler düşünmeye çalışıyordu. Meral ise yatağında oturmuş Poyraz'ı aramaya çalışıyordu. Poyraz'dan neredeyse 1 haftadır haber alamıyorduk. Şimdi ise telefonlara cevap vermiyordu. Meral telefonu komodinin üzerine bıraktı biraz sertçe.
"Açmıyor işte!" biraz sinirle konuşuyordu. "Ne yapacağız şimdi? Psikopatın biri bizimle fare gibi oynuyor resmen şimdi ne yapacağız?' hiç kimsede ses yoktu. Herkesin kafası kazan gibiydi zaten. "Ya o adam yaşıyor ise..." boş bulunup ağzımdan çıkmıştı. Kızlar bana baktılar.
"Bu kanıya nereden vardın?" dedi Meral.
"Size bir süredir sessiz telefonlar aldığımı söylemiştim. Sonra da bu mektuplar. Hatta bu mektubun sağ alt köşesindeki yazan şeye ne demeli?"
"Belki de bunları bizimle oynayan psikopat yapıyor. Başka biri sana takıntılıdır. Olamaz mı?"
"Belki de siz de ben de o adamın yaşadığına inanmamak için bu bahaneyi uyduruyoruzdur. Bu da olamaz mı?"
"Kızlar tamam yeter, didişmeyin. İkinizin de dedikleri olabilir. Ama önemlisi şimdi bu beladan nasıl kurtulacağımız." Evet, şu an didişmenin pek bir anlamı yoktu. Meral'in telefonuna gelen bildirim sesiyle dikkatimiz telefona yöneldi. Meral telefonunu alıp gelen mesaja baktı.
"Gizli bir numaradan mesaj. 'Sizin gibi ufaklıklar ile oynamak diğer insanlarla oynamaktan daha zevkli.' Yazıyor." Bu bizimle oynayan manyağın oyunuydu. Yeşim ve ben Meral'in yanına oturduk. Cevap yazmadık. Bildirim sesi ve mesaj geldi tekrar. Meral mesajı sesli okudu.
"Şöyle yazıyor 'Benden bu kadar mı korktunuz?'" Meral yazdı. "Kimsin sen?" cevap gelmedi.
"Sana diyoruz kimsin sen! Bir manyak gibi insanlarla uğraşmak hoşuna mı gidiyor?" bildirim sesi ve mesaj
"Kim olduğumu mu merak ediyorsunuz? O zaman istediklerimi yapın ben de size kim olduğumu söyleyeyim." Afallamıştık.
"Ne istiyorsun?"
"Bir oyun oynayalım. İsmi 'Simon der ki' eğlenceli değil mi?" birbirimize baktık. Ruh hastası manyak! Güvenmiyorduk ama başka çaremiz mi vardı? Oyunu kabul ettik. İlk mesajı Meral sesli okudu.
"Simon diyor ki cesedi gömdüğünüz yere gidin ve yanınıza kazma kürek almayı unutmayın, yazmış." Kafayı yememiz an meselesiydi. Korkmuştum ama korku çözüm değildi. Yapmak zorundaydık. Polise gidemezdik. Gitsek bile bu durumu nasıl açıklardık? Birden telefonun çalmasıyla irkildik. Sinan arıyordu. Ona, bana ulaşabilmesi için Meral'in numarasını vermiştim. Meral telefonu bana verdiğinde açıp açmamakta tereddüt ettim. En sonunda çağrıyı cevapladım.
"Alo?"
"Selam, gelmiyor musunuz?" Sinan'ın neşeli sesinin aksine ben telefonda kekelemeye çalıştım.
"Geliyoruz... Geliyoruz tabi ama..." söyleyecek yalan bulmaya çalışıyordum, bulamıyordum fakat.
"Ama ne?"
"Sadece bir sorun var. O da... Hayra Hanım izin vermedi maalesef. Başka sefere umarım. Görüşürüz!" yalan söylemeyi hiçbir türlü beceremiyordum.
"Yıldız bekle..." Sinan lafını bitirmeden yüzüne kapatmıştım telefonu. Telefonunu Meral'e verdim. Ve yanımıza kazma kürek alarak olabildiğince sessizce arka kapıyı açtık ve oradan çıktık.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bekçi ve Cadı
FantasyEfsanelere inanır mısınız? Kurt adamlar, vampirler gibi peri masallarından söz etmiyorum. Gerçek denge ve uyumdan söz eden efsanelerden bahsediyorum. Tanrı, Dünya'yı var ettiğinden bu yana dengeyi korumak için 5 Bekçi soyu seçti. Umut, Bilgelik, Güç...