Bir insan öldü bugün, benim yüzümden. Arkadaşım öldü benim yüzümden. Bana yardım etmeye çalışan herkesin başına bir şey geliyordu. Kara veba gibiydim cidden. Poyraz ölmüştü. Her kim bunu her ne kadar benim suçum olmadığına inandırmaya çalışsa da bu benim suçumdu. Eğer ben olmasaydım Yeşim, Poyraz, Meral, Sinan ya da Güney hiçbirinin başı bu işe bulaşmamış olacaktı.
Sabah elbette gayet normal sanki hiçbir şey yokmuş gibi okula gittik. Ne kadar zor olsa da. Derslerde Yeşim'i gözleri doluyordu fakat ağlamamaya çalışıyordu. Meral birkaç defa gözü dolduğunda birkaç damla dökmüş fakat hemen toparlamıştı kendini. Poyraz'ın ikisi için ne kadar önemli olduğunu tahmin edebiliyordum.
Okul çıkışı çantama kitaplarımı koyarken Güney Sinan ile kapı eşiğinde bizi bekliyordu. Olanları anlatmaya fırsat olmamıştı. Yanlarına giderken yüzümüzün halini fark etmişlerdi.
"Neden suratınızın hali biri ölmüş de yasını tutuyor gibi?" diye sordu birden Güney. Sinir bozukluğu ile güldüm sadece. Göz ucuyla kızlara baktım. Meral'in gözleri dolmuştu. Yeşim belli etmemeye çalışarak gülümsedi sadece. Yolda yürürken birden durdum, bana baktılar.
"Sinanlara gidelim orada anlatırız."
Yaren Abla kapıyı açtı, yine her zamanki gibi sevecendi. Onunla selamlaşıp içeri geçtik. Yeşim çantasını tekli bir koltuğa atıp oturdu. Sinan tekli bir koltuğa geçerken Meral ile ben de ikili bir koltuğa geçtik. Güney de oturduğumuz koltuğun kenarına dayandı. Sinan bana baktı, bir şeyler bekliyordu.
"Ne oldu?" kafamı kaldırıp Yeşim'e, Güney'e ve Sinan'a baktım.
"Sabah üvey babam aradı." anlatırken yüzlerini izledim. Sinan'ın yüzünde mimik dâhi oynamıyordu. Sadece kaşlarını çatmış beni dikkatle dinliyordu. Anlatmayı bitirdiğimde Güney azından bir küfür savurdu. Sinan hiçbir şey söylemiyordu. Sustuğumda dudaklarım mühürlenmiş gibi konuşmadım. Salonda derin bir sessizlik hakimdi. Yeşim konuşana kadar.
"Yetti bu kadar. Bu manyağın yaptıkları yetti artık." sesi sakin ama sanki birazdan ağlayacak gibi çıkıyordu. "2 hafta öncesine kadar hepimiz neredeyse ölecektik, hatta Sinan neredeyse ölümden döndü. Poyraz'ı öldürdü, biz hiçbir şey yapamadık." gözümden bir damla aktı. Elinin tersiyle onu sildi.
"Ben...ben intikam almak istiyorum. Bu kadarı yeter artık. Öldürelim onu." Yeşim'in söylediği son sözleri ile kaşlarım çatıldı. "Ne demek onu öldürelim?" kafasını kaldırıp bana baktı. Gözleri yaşlıydı fakat gözlerinin içindeki kararlılığa hiç rastlamamıştım.
"Duydunuz işte öldürelim. Tamam öldürmek biraz ağır kaçabilir fakat onu yakalayabiliriz."
Güney dayandığı yerden kalktı, Yeşim'e baktı. Sanki anlayamamış gibi gözlerini kıstı ve kaşlarını çatarak baktı.
"Dur bir saniye, Yeşim sen ne dediğinin farkında mısın?"
"Hiç olmadığım kadar hem de. Hepimiz bu adamdan ölesiye nefret etmiyor muyuz? Her şeyi bitirelim artık." Güney ona doğru bir iki adım attı.
"Elbette hepimiz o adamdan nefret ediyoruz fakat onu yakalamamız mümkün değil. Ölebiliriz, daha 2 hafta öncesine kadar ölüyorduk. Aklın bunu alıyor mu ki böyle dediğine göre almıyor." Yeşim ayağa kalktı. Güney'e doğru iki adım attı. Aralarında üç adımlık mesafe vardı sadece. Gözlerinde sadece sert bir kararlılık vardı.
"Sen böyle söylediğine göre seninki çok alıyor herhalde, ölümden korktuğuna göre bu kadar." Yeşim kaşlarını kaldırarak sanki küçümser gibi baktı.
"Ben hiçbir şeyden korkmam, Tilkicik!" Güney sırıtarak söyledi bunu. Yeşim'in alaylı düz ifadesi bir anda değişti ve ağzı düz bir çizgi hâlini aldı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bekçi ve Cadı
FantasyEfsanelere inanır mısınız? Kurt adamlar, vampirler gibi peri masallarından söz etmiyorum. Gerçek denge ve uyumdan söz eden efsanelerden bahsediyorum. Tanrı, Dünya'yı var ettiğinden bu yana dengeyi korumak için 5 Bekçi soyu seçti. Umut, Bilgelik, Güç...