on üç

12 4 1
                                    

Sinan Mavi'den

Karşılaştığımız çoğu şey sizi kırabilirdi, anlamsızlaştırabilirdi, yok da edebilirdi. İnsanın var olmaya devam etmesi ise onu bağlayan iplerin daha kopmamış olmasıydı. Sevdiklerimiz, sorumluluklarımız, değer verdiklerimiz, amaçlarımız ya da başka şeyler iplerin kesilmesine veya kopmasına engel olurdu. Hiçbir zaman ipler insanın elinde değildi, insan öyle sansa bile.

Doktor, babamla kapının önünde konuşuyordu. Doktorun yüzüne bakılırsa oldukça sakindi. Muhtemelen endişelenecek bir şey olmadığını söylüyordu. Doktor 2 hafta önce karısından boşanmıştı. Karısı onu aldatmış iki çocuğunu da kendisi almıştı. 4 yaşında bir oğlu, 8 yaşında bir kız. Adam 20li yaşlarının sonlarındaydı. İnsanların zihinlerini okumamam gerekiyordu. Ne yalan söyleyeyim bunu yapmak eğlenceliydi. Kontrollü olarak kullanmaya başlayalı çok zaman olmamıştı.

Adamın boynuna küçük bir kız çocuğu atlarken içeri babam girdi. Dirseklerimin üzerinde doğruldum. Kapıyı kapatmadı arkasından annem ile dedem girdi. Yüzlerinde sakindi, anneminki hariç. Korkmuş, endişeliydi. Girer girmez yanıma oturdu

"Endişelenecek kadar kötü bir şey yokmuş." elimin sırtını baş parmağı ile okşadı. "Nasılsın, bir yerin falan ağrıyor mu?" diğer eliyle alnıma düşen saçlarımı yana attı. "İyiyim anne. Güney? Kızlar? Onlar nasıl?" onları çok merak ediyordum. İyiler miydi? Kurtarabilmiş miydim? Babam diğer yanımdaki koltuğa oturdu. Dizlerinin üzerine dirseklerini dayadı. "Onlar da iyiler merak etme. Seni çok merak ettiler."

"Onlar neredeler?" babam boynunu eliyle sıvazladı. "Şu an burada değiller. Hastanede beklemek istediler fakat güvenli olmazdı." cevap karşısında kaşlarımı çattım. "Güvenli derken neyi kastettin?" babam gerginleşti, annem elimin tersini okşadığı elini geri çekti. Sırtı gerginleşti. Annem sözlerini yumuşattı. "Tatlım." gereksiz gerginliklerini anlayamıyordum. "Biriniz ne olduğunu açıklayabilir mi artık?" dedem kafasını kaldırdı, bana baktı.

"En iyisi ben açıklayayım. Doktor, sadece kurşun yarası aldığını söyledi, platin kurşun." platin, biz bekçiler için zararlı bir maddeydi. Bir tür zayıf noktamız gibi bir şeydi. Bir tür kriptonit. Yutkundum, biliyordu. O adam başından beri bekçilerin varlığını biliyordu.

"Nasıl öğrenmiş olabilir?" dedem derin bir nefes alıp bıraktı. "Nasıl öğrendiğini bilmiyorum ama bunu 20 yıldır zaten biliyordu." Ne? "Babanın vurulduğu gece o adamın aradığı şey günlüktü." dedemin bahsettiği günlük nesiller boyu süre gelen her bekçi hakkındaki her şeyi barındırıyordu. Bilgelik Bekçisi olarak da günlüğü koruma görevi ona verilmişti. Dedem onu kimsenin bilemeyeceği bir yere sakladığını söylemişti. Zamanı geldiğinde onu ben alacaktım. "Bir de Yıldız var, neyse" dedem anlatmaya çekinir gibi oldu. "Ne? Ne oldu Yıldız'a?"

Babam, dedemin yerine anlatmaya karar verdi. "Olay yerinde senin kanınla kaplı bir çakı bulundu" evet, hatırlıyordum. Karnımda hissettiğim derin acıyı. "Fakat doktor sadece kurşun yarası aldığını söyledi. Karnında ya da herhangi bir çizik dahi olmadığını söyledi." olabilir...yanlış hatırlıyor olabilirdim. Sonuçta beynim bunları otomatik olarak silmiş olabilirdi. "Böyle bir şeyin olması olanaksız." dedi annem. "Meral'in yarana bastırdığı ceketi kan içinde kalmıştı. Çok fazla kan kaybetmiş olman gerekiyor. Böyle olması anlamsız."

"Tabi yara kendiliğinden iyileştirilmezse" diyerek anneme cevap verdi, dedem. Dediğini anlayamamıştım. Bir türlü açık konuşmuyordu. "Nasıl yani?" kaşları çatılmıştı. "Yıldız senin yaranı iyileştirmiş olabilir. Bunu öğrenmesi iyi olmazdı. Önünde sonunda bunu öğrenecek fakat ani bir şokla hastaneyi başımıza yıkabilir. Güney de kendini kontrol edemiyordu o anda, farkında değildi bunun." demek buydu, bir türlü ağzında geveledikleri.

"Ancak şöyle bir şey var kafamı karıştıran." yatağımda düzgünce doğruldum. Sanki vereceği cevaba karşı kendimi hazırlıyor gibiydim. "İyileştirme yeteneği yalnızca Umut Bekçilerinde bulunan bir yetenek. Ama son 100 yıldan bu yana hiç Umut Bekçisi nesilden nesille aktarılamadı. Son varis Bekçi Avcıları tarafından öldürülmüştü." Bekçi Avcıları, aileden aileye aktarılırdı. Biz Bekçiler Dünya'ya dengeyi korumak için geldik. Dengeyi bozmak isteyen bazı Şeytanlar, Bekçileri avlamaya başladılar. Bekçi masallarında Avcı kadınlarının, Bekçi çocuklarını kaçırıp kanını içtikleri söylenirdi. Hâlâ insan Avcılar var ama bu kanlarında ataları şeytanın kanı olduğunu değiştirmezdi.

Odada ölüm sessizliği hakimdi. Bazı şeyleri kabullenmenin verdiği sessizlikti belki de. "Yıldız'a Bekçi sembolü ortaya çıkmadan ne olduğunu söylememiz gerekiyor. Yoksa gücünü kontrol edemez." Umut Bekçi'sinin gücü kişinin içinde yaşar. Umut Bekçi'lerinin, Bekçi Sembolü ortaya çıktığında büyük bir güç patlaması ortaya çıkar. Bu güç patlaması Bekçi'nin zihninde oluşur. Bu gerçekleştiğinde eğer Yıldız bunu kontrol edemezse şokla komaya girebilir ya da delirebilirdi. Eğer kontrol etmeyi bilirse bunların olması daha zor olurdu.

İhtiyar, gözlerini kapatıp kırışmış alnını ovuşturdu. Cidden ne kadar yorulmuştu? Hiç belli etmiyordu. Ah, ne aptaldım! Biraz düşündü, bana şefkatle baktı. "Merak etme Sinan, elbette söyleyeceğiz. Ama şimdi sadece dinlen, tamam mı?" her ne kadar korksam da kabul ettim. Ona güveniyordum. Kapı açılıp dedem çıkarken annem ile babam da merkezde birkaç işi olduklarını söyleyip onlar da çıktılar. 

Yıldız Akar'dan

Bir şeyleri çözmek o kadar zordu ki, anlamak. Zamanın nasıl geçtiğini anlayamamak ya da. Aslında 2 hafta geçmesine rağmen bana asla geçmeyen 2 ay gibi geliyordu. Sinan neredeyse ölümden döndü. Hepimiz ölüyorduk. Aklımın idrak edebildiğine hayretler ediyordum. Bunca şeyden sonra nasıl ölmediğimize ise şaşırıp kalıyordum. Hayatım alt üst olmuştu. Başıma daha kötü ne gelebilirdi, ne olabilirdi acaba?

"Yıldız?"

"Hı?" kafamı kaldırıp bana seslenen Meral e baktım. "İyi misin?" başımı salladım yataktan çantamı alıp odadan dışarı çıktık, okul için. Son zamanlarda çok sık bir yerlere dalmaya başlamıştım. Sinan, Güney ve kızlar da bu halimi fark etmişlerdi. Artık her boş kaldığımda bir yerlere dalmaya başlamıştım. Geceleri uyuyamıyordum, o kadını görüyordum sürekli. O kadını kesinlikle tanıyordum hem de çok yakından. Ama bir türlü anlayamıyordum kim olduğunu.

Koridordan geçerken yurdun telefonu çaldı. Düşüncelerimden sıyrıldım. Telefonu açıp telefon ahizesini kulağıma tuttum.

"Alo?" önce ses gelmedi. Sonra tanıdık tok ses kanımı dondurdu.

"Merhaba fare!" onun pis sesi. Kızlar bana bakıp kim olduğunu sordular. Ben cevap vermeden çenemi sıkıp yüzümün kayıtsızlığından kimin olabileceğini anlamışlardı. Ona cevap vermedim.

"Beni özledin mi? Gece baban masal anlatmadan uyuyabildin mi canım?" dalga geçiyordu. Neden aramıştı? Dayanamayacaktım artık. Ahizeden gelen konuşma dışarıdan duyulabiliyordu. Yeşim telefonu aldı ve konuşmaya başladı.

"Ne istiyorsun dengesiz manyak?"

"Hadi ama, kalbimi kırıyorsunuz!" psikopatça tok bir kahkaha attı. "Ne isteyebilirim lütfen, bana ait olanı getirin sadece. Günlüğü ve Yıldız'ı verin yeterli." günlük mü? Ne günlüğünden söz ediyordu bu? Yeşim kararlı ve soğukkanlılıkla cevap verdi.

"Sence vereceğimizi mi sanıyorsun? İstediğin hiçbir şeyi alamayacaksın!" ahizenin diğer tarafından tanıdık bir ses geldi. "Yeşim, güvenmeyin ona! Sakın istediğini yapayım falan demeyin!" bu, bu Poyrazdı! Poyraz'ın sesiydi! Sesi duyduğumuz an tanımıştık. Birbirimize baktık. Ne olduğunu anlamıştık. Üvey babam Poyraz'ı rehin almıştı. Yeşim bir anda kaskatı kesildi.

"Ah anlaşıldı, güzellikten anlamıyorsunuz." karşı taraftan silah güvenliğinin sesi geldi. "İstediğimi almak için dalga geçmediğimi göstermem gerekiyor." birden silah patladı. Yeşim'in gözlerinden yaşlar dökülmeye başladı. Eliyle ağzını kapattı.

"Tüh yazık oldu! Sizinle oyun oynamıyorum. İstediğimi getirin yoksa bir sonraki şu baykuş çocuk olur. Eminim şimdi gayet net oldu, neyse görüşürüz kızlar!" telefon kapandı. 

Poyraz öldü. 

Benim yüzümden

Bekçi ve CadıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin