Kulaklarıma boğuk sesler geliyordu. Sesin kime ait olduğunu tam anlayamıyordum fakat sesin sahibi pek de hoşnut değil gibiydi. Sesi sanki sinirli gibiydi. Birine kızıyordu. Genç bir kızın sesiydi. Gözlerimi tam açamıyordum ama sesler netleşmişti.
"Siz delirdiniz mi? Kafayı mı yediniz cidden!" bu Yeşim'in sesiydi. "Çabuk, kızı hastaneye götürüyoruz!" birine bağırıyordu.
"Hayır dedik ya, sen kıt mısın anlamıyor musun bizi?" Güney ile kavga ediyordu.
"Sizin saçma masallarınıza inanmıyorum. Bu çocuk saçması şeyi kesin, Yıldız'ı hastaneye götürürken sizi de tımarhaneye bırakmak gerekiyor!"
"Bizi tımarhaneye bırakırken seni tutmasınlar kaçak deli diye." Yeşim'in yüzünü göremiyordum fakat sinirden burnundan soluduğuna, Güney'in ise Yeşim'i daha çok sinir eden gülüşü ile sırıttığını tahmin edebiliyordum. Birden Meral'in yüksek sesini duydum.
"Yeter! Yeter artık, kesin şu didişmeyi. Çocuk gibi her yerde didişiyorsunuz." gözlerimi yavaş yavaş açmaya çalıştım. Gözüme giren ışık ile kıstım gözlerimi. Ağzımda metalik kan tadı vardı. Uyurken ağzımın içini ısırmış olmalıydım muhtemelen. Gözlerimi ilk açtığımda gördüğüm şey tavandı, beyaz tavan. Rahat bir yatakta yatıyordum. Kollarım dışarıdaydı, ayaklarımdan belime kadar hafif bir yorgan örtülüydü. Kollarımın üzerinde kalkmaya çalıştım. O sırada sağ bileğimin üzerinin bandajlanmış olduğunu fark ettim. Hafif ağrıdığını hissettim. Hareketlenmem ile Güney ve kızların gözleri bana çevrildi. Sinan aralarında değildi.
Güney elini kaldırdı ve biraz afallamış bir şekilde merhaba der gibiydi. "Günaydın!" dedi sadece. Benim ise sadece kafamda tek bir soru vardı.
"Ben...ben ne kadardır uyuyorum?"
***
Yeşim Bulut'tan
(Yıldız uyanmadan önce)
Sinan, Yıldız bayılınca kucağına alıp odasındaki yatağa yatırmıştı. Meral ambulans arayacakken Güney elinden telefonu almıştı. Ne olmuştu aklım almıyordu. Her ikisi de garip davranıyordu. Odada dört dönüyordum. Meral ise korkmamamı söylüyordu. Ben sakindim korkmuyordum sadece kafam karışıktı. Neden hastaneye götürmedikleri çok saçmaydı sonuçta.
Sinan odasına taşıyıp yatağına yatırmıştı, Yıldız'ı. Uyanana kadar da başında beklemememizi söylemişti. Güney de yarım saate döneceğini söyleyip biraz önce gitmişti. İkisi de kaçmıştı hem de Yıldız bu durumdayken. Üstelik hiçbir şey anlatmıyorlardı. Ben odanın orasından burasına gidip gelirken kapının açılması ile ikimizin de gözleri o tarafa döndü. Ben gezdiğim yerde durdum.
Kapıdan Güney girerken ardından Sinan girdi. Meral oturduğu yerden kalktı. "Aradınız mı Ambulansı? Bu süreye kadar gelmeliydi." bana her ne kadar endişelenmememi, korkmamamı söyleyen Meral de endişelenmişti. Benden fazla korkuyordu. Güney ellerini sanki teslim olur gibi yukarı kaldırdı.
"Tamam, tamam sakin olun. Ambulansı aramadık arayamayız çünkü." tek kaşımı sorgularcasına kaldırdım. "Neden arayamazsınız?" Güney sustu, bir şey bulamadı. Onu bu durumdan Sinan kurtardı.
"Uyanacak merak etmeyin." bunu söylerken Yıldız'a bakıyordu. Gözlerindeki hüzün, korku gözle görülürdü. Meral, Yıldız'a doğu bir adım attı.
"Ne kadar süre uyuyacak, ne zaman uyanacak?" Sinan gözlerini Yıldız'ın uyuyan huzurlu yüzünden biraz bile ayırmadan cevapladı. "Bilmiyorum, belki bir iki saat sonra belki bir hafta sonra belki birkaç ay sonra ya da hiç. Ona bağlı." sözlerini bitirdiğinde gözü doldu. Burnunu çekti. Gözünün dolduğunu belli etmemek için başka tarafa baktı. Bu komaydı resmen. Ona baktım şefkatle.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bekçi ve Cadı
FantasyEfsanelere inanır mısınız? Kurt adamlar, vampirler gibi peri masallarından söz etmiyorum. Gerçek denge ve uyumdan söz eden efsanelerden bahsediyorum. Tanrı, Dünya'yı var ettiğinden bu yana dengeyi korumak için 5 Bekçi soyu seçti. Umut, Bilgelik, Güç...