İrfan kol düğmelerini son kez kontrol edip, hemen yakınındaki İskoçyalıya bir baş hareketiyle işareti verdi. Çıkıyorlardı.
Mavi gözlerini dikkatle etrafta dolaşırdı. Beyefendi için tehdit olabilecek bir durum gözlemlememişti. Ama her zaman tedbirli olmalılardı. Her zaman.
Limana yanaşmış tekneden inen adamı görünce ceketini ilikleyip, saygıyla ellerini önünde birleştirdi. Diğerleri de aynını yapmıştı. Hepsinin ceketi yoktu ama en tecrübesiz olanlar bile duruşlarını düzeltmişti.
Hızla patronunun adımlarına yetişmeye çalıştı. Bir taraftan da konuşuyordu. "Efendim Tülay hanım aradı. Demirbey kulüpte dedi. Eğer talep ederseniz ofise geçecek."
Karan aracına binmeden önce bir an duraksadı. "Bara gidelim" dedi. Demir'in sıkıcı ve zorlama bir şekilde basit tutulan ofisini sevmiyordu. Bildiği tüm paravan şirketler gibi fazla kişiliksiz ve sönük buluyordu. Ne olduğunu, kim olduğunu gizleme ihtiyacı duyan insanlarda böyle bir tutum vardı. Tezgahta midye dolma satan tetikçilerden de güya turizmle uğraşan yarı resmi istihbaratçılardan da farklı bir şey çıkmıyordu. Ne sıkıcı.
Bodrum un ışıl ışıl, hareketli havası bile bu akşam hissettiği can sıkıcı rahatsızlığı gideremiyordu. Burası da ona göre bir türlü olamamış, köy kültüründen kopmadığı gibi sınıfını da belirleyememiş arafta kalmış bir kentti. Ne İtalya ya da Yunanistan kıyılarının samimi taşralılığı, ne Avrupadaki bir kaç yerin sahip olduğu glam yoktu burada. Bolca boyaya bulanmış, henüz çok genç fakat fazlaca yıpranmış bir fahişe gibiydi bu şehir. Kokusu ağır, kahkahası gürültülü.
Bara arka kapıdan gireceğini bildiren İrfan, "Efendim son üç dakika" diyerek bilgi verdi. "Ne kadar kalırız?" diye sordu.
Karan saatine bakıp, "Yirmibeş dakika." diye cevapladı.
"Emredersiniz" diyen İrfan önüne döndü.
Demir i siyah camların ardından hemen seçmişti. Sarı saçları güçlü aydınlatmaların ışığı altında parlıyordu. İlk karşılaştıkları zamanda hep biraz melankolik ve sıkıntılı bulduğu yüzü de. Artık Esma ya kavuşmuş olmanın dingin, keyifli, daha sabırlı bir ifade verdiği yüzü yine de stresten kasılmıştı. Karan bunu anlıyordu. İnsanlarda bu etkiyi bıraktığını biliyordu.
Yavaşlayıp duran aracın kapısını açan İrfan, saygıyla yine ceketini ilikledi. "Buyurun efendim" dedi sadece.
Karan sıkıntıyla aşağıya inerken gözlüklerini çıkardı. Nasıl göründüğüne aldırmazdı. En iyi genlerin birleşimi ve soylu bir insan olmanın fiziksel avantajlarından sonuna kadar faydalanmıştı. Bir proje, bir fikir, bir düş. Kimsenin yapamayacağı seçimleri yapsın diye dünyaya getirilmiş ve bunun için eğitilmiş ortak bir ÜRÜN. Çok uzun zaman önce bunu kabul etmiş, hayattan daha fazlasını istemeyi hiç düşünmemişti. Neyin daha fazlasını isteyecekti ki? Zekası ve kurnazlığıyla bambaşka bir dünyayı yöneten babası, kendine en uygun kadını bulmuş, oğlunun annesi olacak bu kadınla sevişmemişti bile. İkisinden toplanan hücreler önce embriyo sonra blastokist olmuş ve sağlıklı bir taşıyıcı anneye transfer edilmişti. Karan süt veren kadınların bile laboratuvar analiziyle seçildiğini biliyordu.
Fiziksel karmaşıklığı buna borçluydu belki de. Esmer bir ten, amber renkli gözler, uzun boy, geniş omuzlar. Kimsenin hangi ırktan olduğuna karar veremeyeceği bir yığın yapısal özellik. Hangi dili konuşursa o milletin ferdi olduğuna inandıracak bir beden. Kadınların ve erkeklerin bayıldığı bir beden.
Vücudunun ihtiyaçlarına direnmeyi daha çocukken öğrenmişti. Aç, susuz, hatta nefessiz kalabilme süreleri rekor seviyedeydi. Etini kemiğinden ayırsalar hissederdi. Acıyı en derin hissettiği anlarda bile zihnini sakin tutmayı bilirdi ama. Seksi de severdi ama cinsel dürtülerini kontrol edebilirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Karanlık
RomanceSusturma Kalbini Artık ile başlayan, Korunun Çocukları serisinde hikâyelerini yazdığım, Hakan&Karan için okurlardan gelen ricaları kırmak istemiyorum. Biraz onları yazayım. Neden bu kadar sevildiler, en homofobik tayfa bile onlarda ne buldu da "yia...