Hakan kullandığı arabanın büyüsüne kapılmıştı. Bu hızı, bu gücü, bu sesi sevmişti. Gözleri parlıyor ve kalbi heyecanla çarpıyordu.
Yanındaki Kamil lunaparkta gibiydi. Radyoda açtığı parçanın sözlerinden bir halt anlamasa da çoktan havaya girmişti o da.
Marinaya vardıklarında söz verdiği gibi Hakan arabanın şoförü gibi davranarak Kamil 'in kapısını bile açtı. Ama bu ışıltılı giysileriyle ortalıkta salınan genç kadınların ilgisini Kamil e yöneltmeye yine de yetmemişti.
İrfan, Parmaksız ve birkaç kişi daha yanlarındaydı. Hakan'ın bütün bu ilgiye hatta asılma çabalarına kayıtsız kalması, gelen giden, arsızca dokunan herkese karşı gardını alması, sadece onlarla neşeyle sohbet etmesi Kamil'i güldürdü.
"Ne o uşak? Taze nişanlılar gibi hep önünden yiyorsun. Kızları bize bırak dedik ama sen abarttın sanki." demişti. "Hayırdır? Yengemiz mi var?"
Parmaksız ağzındaki içeceği püskürtünce herkes ters ters ona baktı. Hakan da dahil. Ama cevap vermedi. Bu sırada yanına gelen taş gibi bir Rus kadına buzdan bakışlarını çevirip, daha da soğuk bir kaç kelime etmişti. Diğerlerinin ne düşündüğünü umursamıyordu. Flört etmeyi severdi. Hatta bu tutum refleks gibi bir şeydi onun için. Ama artık değil. Daha önce de duygusal düzeydeki birliktelikleri sürerken kendini herkese yasak bölge ilan ettiği olmuştu. Aldatmak onun için imkansızdı. Şimdi yaptığı ise bunun biraz daha fazlasıydı. Bunun üzerine düşünmek istemedi. İlkel ve üzerinde çalışılmamış, yabani bir içgüdüydü. Kendi kalbine, ruhuna bedenine başka birinin topraklarıymış gibi bakıyordu, bunun farkındaydı ve bu his onu çıldırtsa da düşünmeyecekti. İçeceğini yudumlamayı sürdürdü.
Kâmil sırıtarak Parmaksız a baktı. "Ne dedi bu manyak kıza?" Diye sordu. "Böyle giderse marinadaki bütün hatunları küstürecek."
Parmaksız kaşlarını kaldırıp, hafifçe sırıtarak, "basit olarak siktirgit dedi. Ama kadın da laftan anlamıyordu haketti" dedi.
Yanlarındaki iri yarı dazlak kafalı İskandinav bir koruma kafası karışmış gibi olan biteni anlamaya çalışıyordu. Arada bir Hakan a bakıyor, sonra başını iki yana hafifçe sallıyor, sonra yine delikanlıyı tepeden tırnağa süzüp ikiyle ikiyi toplamayı çalışıyordu. Diğerlerinin davranışlarını inceliyordu. Sonra yine ona bakıyordu.
İrfan adama dönüp onun anlayacağı dilde bir şeyler sordu. Kaba, az sesli harf kullanılan, ne söylediği anlaşılmasa bile küfür gibi gelen bir konuşmaydı.
Adam sadece kafasını salladı.
Hakan merakla sordu; "Bu hangi dil? Nasıl bu kadar çok dil biliyorsunuz?" Buradaki çoğul dan kimi kastettiği belliydi.
İrfan hafifçe dikleşti. "Doğduğumuzdan bu zamana kadar birçok dilin konuşulduğu bir ortamda büyüdük. Genetik bir yatkınlık da var. Mutlaka vardır yani. Polyglot olmak biraz da dile yatkınlık gerektiriyor. Mesela az önceki nordic bir dil. Faroe adalarından bir eğitmenimiz vardı. İki metre on santim boyunda sarışın bir dev. Of ne döverdi var ya. Çocukmuş falan aldırmazdı. Ben her zaman emirlere uyan, hani nasıl denir, başa gelen çekilir tavrında bir insandım. Ama... Yani biri uymadığında, un çuvalı gibi duvara atardı. Canının yanmasından çok hareketin aşağılayıcı yönü fenaydı. Düşün tavuk sallar gibi alıyor seni eline sallayıp sallayıp duvara indiriyor. Bir de çıkan o ses." İrfan çocuğun gözlerini sımsıkı yumduğunu fark etti. Ellerini de... Belki kendi çocukluk anıları belki de itaatkar olmayan çocuğun kim olduğunu bilmesi. Nedeni ne olursa olsun pişman oldu. "Tabi artık büyüdük. Öyle duvarlara indirilemiyoruz artık. Ama çok şey de öğrendik. Mesela kendi üzerine vazife olmayan şeyleri fazlaca düşünen bir Norveçli ye onu valhala ya tek yönlü biletle göndereceğimizi anlayacağı dilden söyleyebiliyoruz."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Karanlık
RomanceSusturma Kalbini Artık ile başlayan, Korunun Çocukları serisinde hikâyelerini yazdığım, Hakan&Karan için okurlardan gelen ricaları kırmak istemiyorum. Biraz onları yazayım. Neden bu kadar sevildiler, en homofobik tayfa bile onlarda ne buldu da "yia...