efendi

390 49 3
                                    

Karan içini saran bütün bu yeni yabancı karmaşık duyguları alıp, kendini en yabancı hissettiği yere evine gitmişti. Ne garip. Ev. Yuva. Ocak. Daha bir sürü isim verilmişti bu yerlere. Ama hiç biri bu boş soğuk yapıya yakışmıyordu. Çünkü hepsinin ortak bir hissi vardı aslında. Sığınma alanıydı onlar. Kendi başınıza baş edemediğiniz ne varsa arkada bırakıp kaçma, saklanma alanıydı. Burası ise öyle bir yer değildi asla olmamıştı.

İrfan hemen yakınına geldi. "Efendim Yurt Bey müsaadenizle sizinle konuşmak istiyor. Sanırım bir konuda danışacak." dedi.

Karan kaşlarını hafifçe çatmak dışında bir tepki vermedi. Babası genelde sessiz bir insandı. Nadiren görevlerini yapmak için danışırdı. "Duş almam lazım. Söyle on dakika sonra gelsin." dedi.

"Tabi efendim." diyerek yavaşça uzaklaştı İrfan. Geniş ikinci kat sahanlığının diğer yanına yürüdü. Orta yaşlarının sonunda bir adamın karşısında dikilip bir şeyler söyledi. Adam kafasını salladı. Sonra Karan la göz göze geldiler. Adam yavaşça doğrulup bir baş selamı verdi. Karan da aynı şekilde karşılık vermeyi seçti. Babasının çelişkili tutumunu anlamaya ve kabul etmeye başlayalı çok uzun zaman oluyordu. Kendisinin ilk eğitmeniydi. Büyük ihtimalle en iyi yaptığı şey de buydu. Eğitmek. İyi bir öğretmendi. Disiplinli, acımasız ve sınırları zorlayan bir yapısı vardı. Daha az güçlü bir kişiliğin ezileceği, daha az kararlı birinin pes edeceği metotlarla ölümcül silahlar yaratıyordu. Şimdi başka kimseden emir almayacağını gayet rahat ve hatta biraz lakayt bir duruşla ortaya koyan İrfan da onun eseriydi. En azından biricik yardımcısının sırtındaki kamçı izleri öyle söylüyordu.

Odasına giderken önünden geçtiği kapıya bakmadı. Çok uzun süre önce bu sıra sıra dizilmiş odalardan birinde kalırdı. Yerde perişan bir şilte dışında bir şey olmayan ses ve ışık geçirmez bomboş bir dört duvar. Şimdi sürekli korumalardan birine verilmişti ve artık öyle bir yer değildi galiba. Ter idrar insan dışkısı kan kokusu sinmiş iğrenç bir yerdi eskiden.

Duşa girerken düşünüyordu. Bir gün uzak gelecekte bir gün kendi halefini tayin etmesi gerekecekti. Belki seçmesi eğer yeterince değerli birini bulamazsa tıpkı babası gibi ona hayat vermesi. Eğitmesi gerekecekti. Tabi kendisi bu ilkel yöntemlerle yapmazdı bunu ama gerektiğinde acımasız olması lazımdı. Acımasız olabilirdi. Bunu biliyordu. Herkesin düşündüğünün aksine bazen kendini bile kusturacak kadar acımasız olabiliyordu. Bütün bir köyün gören tek bir çocuğun kalmayacağı şekilde kör edildiği ilaçlamalar mesela. Sonradan kimden emir alacağını anlamayan bazı insanları ikna ediyordu bu tür eylemler. Tarihi sömürüyle, katliamla, tecavüzle yazan düşmanları vardı. Yüzlerce yıl kılıcın tüfeğin, canın kanın hiç bir işe yaramadığı anlamsız kendini tekrar eden, hep daha beterine sebep olan savaşlar verilmişti. En sonunda birileri canavarlarla savaşmak için bir canavar yaratmak gerektiğini anlayana kadar. Hâlâ bir yerlerde savaş sürüyordu. Ama bu canavar sayesinde artık onlar da korkuyordu.

Tarih. Kazananların yalan söyleme sanatı. Bir gün kendisini ya kahraman ya deli olarak tanımlayacak, bu evin bir duvarına yakışıklı bir fotoğrafını asacak ve ukala burunlarını dikerek adını korkuyla anacaklardı. Umurunda bile değildi. Kimin çocuklarının kör olması gerektiğiyle ilgili acımasız ve kahreden bir anlayışı vardı. Onu bir suikast ve strateji birliğinin tepesine getiren buydu. Ne genleri ne eğitimi ne de kökeni. Sadece tereddüt etmeden her zaman her yerde uzun vadede iyi olanın lehine çalışacağı bilinci. Bu kadar basit. Masum suçlu ya da başka bir ayrım yapmadan, "biz" ve "onlar" ın arasına hiç bir şey koymadan net açık kararlı adımlar atabilmesi. Böylece indirmişti olası rakiplerini. İçlerinden birinin bu işi kendisinden daha iyi yapacağını düşünseydi; aynı rahatlıkla kendini devreden çıkarırdı. Bir yerlerde ölmek kadar kolay bir şey yoktu. Ama öyle biri de yoktu. Şimdilik.

KaranlıkHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin