0.1

540 26 61
                                    

Selam!

Misugi'nin hikayesinin ilk bölümü gelmiştir, umarım beğenirsiniz! Ama başlamadan önce söylemek istediklerim var.

Öncelikle karakterlerimiz bu kurguda futbolcu değiller. Yani Tsubasa dışındakiler :)

Misugi: Doktor
Genzo: Şirket CEO'su
Matsuyama: Savcı
Misaki: Psikiyatrist
Kojiro: Başkomiser
Tsubasa: Futbolcu

İkinci olarak söylemek istediğim şey, bu kitabın diğer kitaplarımın aksine uzun olmayacağıdır. 11-12 bölüm de final olabilir.

Ve son olarak bu kitabın bölümleri fazla uzun olmayabilir. Umarım yine de beğenirsiniz!

İyi okumalar!

○ ○ ○


"Geri dönmek nasıl bir hiss Misugi?"

"Herşeyin aynı olmadığını da düşünürsek garip." Esen rüzgar sebebiyle genç adamın kahverengi saçları uçuşuyordu. Elini saçlarının arasında gezdirerek:

"Kızının doğum günü kutlu olsun. En kısa sürede görmeye gelirim." Yeni bir konu açtı Misugi.

"Teşekkürler amcası. Bir görsen, dünyalar tatlısı! Elimde olsa yanından hiç ayrılmam." Dedi Matsuyama.

"Ben burada ineyim istersen." Diyerek eskiden yaşadığı villanın olduğu mahalleyi işaret etti.

"Onları soruyorsan artık orada yaşamıyorlar dostum."

"Biliyorum.." diye mırıldandı. "Eve yerleşdikten sonra ne yapacağıma karar vereceğim."

"Ona olduğu gibi anlat herşeyi. Seni anlayacaktır. Gerekirse ben de konuşurum."

"Teşekkür ederim Matsuyama. Herşey için sana minnettarım."

"Lafı bile olmaz!" Matsuyama, arabayı durdurduktan sonra gülümseyerek yanında oturan arkadaşına baktı. "Tekrardan aramızda olduğun için çok mutluyum dostum."

"Ben de öyle." Dedi arabadan inmeden önce.

Eskiden yaşadığı villanın önüne gelince derin nefes aldı. Ailesiyle birlikte yaşadığı evdi burası. Eskiden yaşadığı evdi. İçerisi anılarla doluydu. Anılarla, hayallerle ve de kederle.

Tabii eski mutluğunu geri getirmek de Misugi'nin elindeydi.

Eşi ve oğlu ile ilgili neredeyse herşeyden haberdardı Matsuyama sayesinde. Ama 'ben geri geldim!' Diye karşılarına da çıkamazdı. Suratının ortasından tokadı yerdi büyük ihtimal.

Şu an tek istediği onları görmekdi. 7 yıl sonra tekrar onları görmek istiyordu, uzaktan bile olsa..

Ceketinin cebinden anahtarını çıkartarak evine girdi. Kendini garip hissediyordu genç adam. 7 yıl önce ailesini terk ettiği eve geri gelmişti. Kapıyı kapattıktan sonra bavulunu alarak merdivenlere doğru yönlendirdi adımlarını.

Tahta merdivenlerden çıkarak yatak odasının olduğu kata geldi. Odanın kapısının önünde durduğunda kendini daha da garip hissetmeye başlamıştı. Haklıydı da. Büyük umutlarla kurduğu hayalleri yıkan da kendisiydi sonuçta ve hamile olan eski eşine tam da bu odada söylemişti ayrılmak istediğini.

Hangisi daha zordur sizce? İstemediği hâlde sevdiğini terk etmek zorunda olmak mı, yoksa en güvendiği, sevdiği tarafından terk edilmek mi?

Misugi'ye göre seçim yapmak fazlasıyla zordu. Odaya girdiği zaman Sayu'nun hıçkırıkları, gözyaşlarını görüyormuş gibi baktı yatağın olduğu tarafa. Genç kadının ağlayışı tekrar kulağını dolduruyordu sanki.

Ağrımaya başlayan başını tuttu eliyle. Bavulu odanın bir köşesine bırakarak tekrar aşağı indi. Burada durmak zor geliyordu. Dışarı çıkmak, eski anıların arasında boğulmaktan daha iyi bir seçenek gibi duruyordu bu durumda.

○ ○ ○

"Haftasonu neden işe gitmek zorundayız? Hem sen patron değil misin?"

Sayu, sabırla oğluna doğru döndü. "Gören de senin haftanın 7 günü çalıştığını sanar annecim. Ki, sen çalışmıyorsun. Hem hergün gelmiyoruz. Bu kadar söylenmene gerek yok."

"Biliyorum." Dedi küçük oğlan. "Ama parka gitmeyi tercih ederdim." Omuzlarını silkti. Annesinin işlettiği pastane görüş açısına girmişti bile. Sayu'nun işlettiği pastane fazla büyük ve süslü olmayabilirdi ama ikisinin de geçinmeleri için yeter de artardı.

Oğluyla birlikte içeriye girdiklerinde garson kızlardan biri elinde tuttuğu büyük çiçek buketini Sayu'ya uzattı.

Sayu, anlamadığını ifade eden bakışlarla çiçeğe baktı. "Kimden gelmiş?"

"Benden." Dedi arkadan gelen bir ses.

Genç kadın arkasına doğru döndü sesin sahibini görmek için. Gördüğü sarışın adam, şaşırmasına neden olurken konuşmak için dudaklarını araladı:

"Elvis, sen Kanada'dan ne ara döndün?"

"Bugün." Diye cevapladı sarışın adam. "İlk işim seni görmek olsun diye düşündüm. Küçük sürprizimi beğenmişsindir umarım."

"Sen kimsin?" Araya girdi küçük Hikaru. Bu adam onu huzursuz etmişti.

"Annenin yakın bir dostu diyelim." Küçük oğlanın boyuna eğildi. "Senin adın ne?"

"Yabancılara adımı söylemiyorum."

"Oh...ne kadar da akıllı bir çocuk." Sahteden kahkahalar atarak ayağa kalktı.

"Sen evlenmeyi planlıyor musun Sayu?"

"İhtiyacı yok." Hikaru, annesine fırsat vermeden kendisi cevapladı soruyu. Elvis'se küçük çocuğa olan sinirini elinden geldiğince gizledi ve tekrardan Sayu'ya döndü. "Vaktin varsa konuşalım mı? Uzun zaman oldu.."

"Karnım aç." Annesinin kolundan tutarak çekiştirmeye başladı bu sefer de. Annesini bu adamdan uzak tutmalıymış gibi hissediyordu.

"Tamam. Gel o zaman sana yiyecek birşeyler hazırlayalım."

Hikaru, zafer kazanmış gibi gülümsedi annesinin elinden tutarak. Elvis'in 'daha sonra görüşelim' diyerek dışarı çıktığını görünce daha da artmıştı içindeki mutluluk.

Yaralı Prens~Jun MisugiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin