Breaking Benjamin- Breath
Tarih, gerçekliği kesinleşmediği sürece insanlara anlatılan versiyonu her zaman bir olasılık olarak kalacaktı. Anlatan kişinin çıkarlarına ve beğenilerine göre şekillenecek, ona göre nesiller boyu anlatılacaktı. Bize her gün anlatılan hikayeyi hep Tara'yı savunanların ağzından dinlemiştik.
Biri bir gün çıkıp Herilas'ın ağzından anlatsa hikayeyi, o zaman her şey nasıl değişirdi?
Savaşta iki tarafta kendi gözünde haklıdır, kime hak vereceğin tamamen hangi tarafta savaştığın ile alakalıdır. Tek haksız olan savaşın enkazıdır, onun dışında hangi tarafta olursan ol çoğunlukla senin için bulunduğun taraf haklıdır.
İlk defa bulunduğum taraf bana haklı gelmemeye başlıyordu. Bunu böyle yapan şey karşı tarafı savunmam değil, karşı tarafın hikayesini bilmememdi. Gerçekler saklanmış, her şey sanki yanlış anlatılmış gibi hissediyordum bazen.
Herilas'ın tek istediği şey Aziz olarak anılmakken şeytanın arzusu bundan daha da büyüktü. Tanrı olarak bilinen Tara'nın onun karşısında diz çökmesini istiyordu. Onu yenmek, gücünü ona göstermek istiyordu. Aklımı karıştıran unsur buydu, mutlak güce sahip bir varlık neden ondan kaçıp gökyüzüne sığınmıştı ki?
İnsanlara olan öfkesinden mi?
Hayır, buna asla inanmamıştım. Olay Tara'nın her şeye seyirci kalması değildi, insanları terk etmesiydi.
Tanrı, insanları terk etti.
Onlar acı içinde ölürken onları sadece izledi.
Tara'ya inanıyordum ama bu onu sevdiğim anlamına gelmezdi. İnanç bundan ibaretti. Her şey olabilirdi ama her zaman sevgi olmazdı. Ona bağlıydım ama sevgi duymuyordum. Ona itaat ediyordum ama hayranlık duymuyordum. Varlığını bildiğimden dolayı hissettiğim bir duyguydu bu. Eğer var olup olmadığı kesin olmasaydı en azından ona inanmama gibi bir şansım olurdu, bu şansı kullanmak isterdim.
İnanmak istediğim tanrı, acı içinde ona dualar edip yalvaran halkına sırtını dönen bir tanrı değildi.
Bu düşünceler zihnime bulaşırken şeytan ile dans ediyormuş gibi hissediyordum.
Dansın en hareketli yerinde, elim onun omzundaydı. Gözlerinden bir bedenin yandığını görüyordum, bir sandalyeye oturmuş ve önünde çağlayan nehri izliyordu. Şifası önündeydi ama o sandalyede oturmuş yanmaya devam ediyordu.
Tara ve Herilas, ikisi bundan ibaretti.
Dansa devam ettim, o adam yanmaya devam ederken sadece ritme göre ayak uydurdum. Bedenim şeytanın dansı ile savrulduğu her saniye adamın görüntüsü kana bulandı, şeytanın gözlerinden kan aktı.
Gözleri kanıyordu.
"Aida, gözlerin kanıyor." Rose'un sesi beni tekrardan gerçekliğe bağladı. Elimdeki boynuzlar elimden düşüp sandığın içine yuvarlandı. Donmuş bir şekilde sadece Rose'a baktım, o ise aceleyle cebinden bir peçete çıkartıp bana yaklaştı. Bezi kan damlamış yanaklarımda gezdirdi, yüzünde korkmuş bir ifade vardı.
O an tekrardan kendime gelip mendili onun elinden aldım ve kendim silmeye başladım. Ona sırtımı döndüm, bunun nedeni korkmuş ve ne yapacağımı bilmiyor oluşumdu. İnsanların gözlerinin kanaması normal bir şey değildi, gözler böyle kolaylıkla kanamazdı diye düşünüyorum.
Rose korkumu anlayıp elini omzuma koydu, yanıma yavaşça yaklaştı. "Sakin ol Aida, sadece birkaç damlaydı. Sildin bile. Kanın izi kaldı ama artık kan yok." dedi beni sakinleştirmeye çalışırken. Kelimelerinin arasındaki korkuyu duyabiliyordum, tek beni değil kendini de rahatlatmaya çalışıyordu ama boşunaydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
CEHENNEM KADEHİ VE AZİZLER | KARANLIK İSYAN 1 |
FantasíaSonsuz olduğu düşünülen bir okyanusa şeytanın son parçası düşmüş derler, bunun sonucunda o parçanın suya değdiği an yok olduğunu anlatırlar. Bundan çıkarmamızı bekledikleri ders ise kötülüğün her zaman kaybedeceği olurdu. Herilas'ın dünyaya düşen pa...