(Kurgunun ilerleyen kısımlarında ölüm, intihar ve birçok şiddet içeren sahne vardır. Bir şekilde bu kurgu önünüze düştüyse ve bu konulardan rahatsız oluyorsanız okuyup okumamayı tekrardan gözden geçirmenizi rica ediyorum.)
İçimde susturamadığım bir ses vardı.
Kendimi bildiğimden beri benimle yaşıyordu. Sanki benim içimde bir beden doğmuştu da yıllar boyunca içimde büyümüş ve en sonunda ölmüş, ruhu da bedenimde hapsolmuştu.
Belki de içimde benden başka birinin terk ettiği bir ruh yeşermişti. Orada benim ruhum ile kalıyor, ondan besleniyor ve onun kontrolünü eline alıyordu. Ruhumu duymadığım zamanlarda hep onun sesini duyuyordum. O ses bana ait değildi, o ses beni yönlendiriyordu.
"Geç kaldın." Yine yankılandı sesi içimde, onu umursamadan koşmaya devam ettim.
Sharon'a Eylül gelmişti.
Attığım her adımda daha da ıslanıyor, su birikintilerine basıp etrafa su sıçratıyordum. Yağmuru sevmiyordum, genel olarak suyu sevmiyordum. Balkonların altından geçtiğim için fazla ıslanmamıştım ama yolu uzatmıştım, bu da geç kalmama neden olmuştu.
Açıklığa çıkınca yurdun yakınlarında olan manavı gördüm, yurda az kalmıştı. Adımlarım daha da hızlanırken nefesim yavaşça tükeniyordu.
Manavın sahibi olan yaşlı adam aceleyle dışarı çıktı ve dışarıdaki tezgahlarını toplamaya başladı. Bir yandan da yanında çalışan cüceye aceleyle bir şeyler söylüyordu. "Asit yağıyor diyorlar Ser!" Cüce acele ile karışık korku hâliyle tezgahları içeri taşıyordu. Boyu küçük olduğundan telaşlı gözükmesi çok sevimli gelmişti gözüme.
Onların yanından geçerken çamurlu bir su birikintisine hızlıca bastım, çamur meyvelerin üzerine sıçrarken ihtiyarın gözleri sinirle açıldı. "Ne yaptığını zannediyorsun!" diye bağırdı arkamdan. Manavdan uzaklaşırken omzumun üzerinden ona baktım ve "Özür dilerim, bilerek olmadı!" diye bağırdım.
Hayır, bilerek yapmıştım.
O adamı sevmiyordum, fazla iyi kalpliydi. Sürekli bu iyi kalpliliği yüzünden gelip adamın meyvelerini çalıp duruyorlardı, güzel bir dünyada yaşamıyorduk ve biraz sinir kimseye zarar vermezdi. Belki beynine kan giderdi de bu saflıktan kurtulurdu çünkü onun iyiliği saflıktan çıkıp aptallığa dönüşmüştü.
Ara sokağa girdiğimde binaların arasından sonunda yurdu gördüm, çok az bir zamanım vardı. Yurda vardığımda yerden birkaç küçük taş parçası aldım yerden, bana birazdan yardımcı olacaklardı.
Güvenliği atlatmak için ilk olarak arka cama attım bir taşı, güvenlikteki ihtiyar sesin geldiği yöne doğru giderken hızlıca binaya girdim ve durmadan birinci kata çıktım. Nefes almak artık sadece ciğerlerimi yakıyordu. Şansıma koruyucular etrafta uçuşmuyordu, yarın olacak şölen için şehre inip tezgah kuranlara yardımcı oluyorlardı.
Birinci katın koridorunda yavaşça ilerlemeye başladım, nefes almazsam artık ölecek gibi hissediyordum. Nefesimi düzene sokarken bileğimdeki mekanik saate baktım.
Bugün uçuş dersi vardı ve ben de her zamanki gibi kaçmıştım. Eğitmen Dorothy arada dersleri kontrol ettiğinden benim yokluğumu anladığını tahmin ediyordum, zaten her ders beni yokluyordu. Kendi işi biter bitmez benim odama gelecekti. Saat onu dört geçiyordu. Eğitmen Dorothy'nin odadan çıkma saati ise ondu, bu sabah topuklu giydiğinden koridorlarda yürürken tahtalara takılmamak için yavaş ilerleyecekti. Tahminimce sekiz dakika içinde odamda olacaktı, arka taraftan geleceği için de benimle karşılaşmayacaktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
CEHENNEM KADEHİ VE AZİZLER | KARANLIK İSYAN 1 |
ФэнтезиSonsuz olduğu düşünülen bir okyanusa şeytanın son parçası düşmüş derler, bunun sonucunda o parçanın suya değdiği an yok olduğunu anlatırlar. Bundan çıkarmamızı bekledikleri ders ise kötülüğün her zaman kaybedeceği olurdu. Herilas'ın dünyaya düşen pa...