1.2- piyano

456 21 2
                                    

Ebru

Gecenin bir yarısı kulağıma dolan piyano notalarıyla uykumdan uyandım.
Tugay gecenin bir yarısı resital veriyordu evde. Notaların beni götürmesine izin vererek sesi takip ettim.

Salonun köşesinde duran piyanoyu çalan Tugay'a doğru parmak ucumda ilerleyip yanına oturdum. O kısa bir an duraklasada hemen devam etti parmaklarını piyano tuşlarının üzerinde oynatmaya. Beethoven , moonlight sonata çalıyordu.

Zarif parmakları piyanonun tuşları üzerinde aheste aheste dans ediyordu.
Bacağıma sürtünen Karam'la karnıma elimi koyup yavaşça başını okşamak için eğildim. Kafasını okşarken elime sürtünerek mırıltılar çıkarıyordu. Çok sakin huylu bir yavruydu. Yine böyle yağmurlu bir günde dışarda sırılsıklam ıslanmış bir halde titrerken bulmuştum onu. Hemen ısınması için kucağıma alarak eve getirmiştim. Sonra ki günlerde evin etrafında annesini aramıştım ama bir tane bile siyah kedi bulamamıştım.
Artık bizimle kalıyordu hem Ada ile de arkadaş olurlardı.

Eğildiğim için belim ağrımaya başlayınca doğruldum. Başımı sakince Tugay'ın omzuna yanaştırıp yasladım. Başım omzunda, gözlerim kapalı klasik müziğin tadını çıkardım. Piyanonun üstündeki Tugay'ın soğumaya yüz tutmuş kahvesine elime alıp bir yudum aldım.

Tugay sonatı bitirince başımı yasladığım yerden kaldırdım. Kulağına 'çok güzeldi'
diye şakıdım. Gözleriyle teşekkür ettikten sonra güçlü kollarını etrafıma sardı. Huzur ve güven kokuyordu.
Bunlar kokabilir miydi bilmiyorum ama Tugay' ın kolları demek huzur demekti güven demekti

Bazen dünyaya geliş amacımızın birbirimizi sevmek olduğunu düşünüyordum. Birbirimize aile olmak.

"Kördüğüm ne durumda?" sorduğum soruyla başı boynumdayken boğuk bir sesle gülerek konuştu.
"Hâlâ ilk gün ki gibi." Cevabıyla mutlu olmuştum.

"Yaşım yirmi altı.
Sana kırk senedir aşığım.
Hayat kadar berrak,
ölüm kadar karmaşığım.
Yüreğim kirli bir gökyüzü,
sense dolunay...
Ruhunu esir alan sarmaşığım!
Titreşirken kalplerimiz Ankara soğuğunda
nice umut yeşerir gecenin soluğunda.
Biz o bankta oturmuşuz
Kalubela'dan beri.
Kaç bahar görmüşüz kim bilir
kaç zemheri...
İlk kez ayın halesine sırnaşığım;
yaşım yirmi altı.
Sana kırk senedir aşığım."

Okuduğu Dolunay'ın Türküsü şiirini dinlerken bir kere daha onu sevmenin ne kadar doğru olduğunu anlamıştım. En yanlış doğrumdu.
Beni sevmesini seviyordum.

"Sen hayırdır bir şiir okumalar falan?"
Alayla sırıtıp sorduğum soruya gülmekten başka cevap vermedi, ben de zaten cevap bekleyerek sormamıştım.

''Bu kadar romantizm yeter'' diyerek konuşmasına devam etti;
" Gel seni seveyim biraz bakayım."

Şımarık bir tavırla kucağına tırmandım.
Azıcıkta nazlanmış olabilirim tabi.

Ben kucağındayken kalkınca tabure düşmüştü.
Sesle irkilsemde güven duyduğum insanın kollarında olmam sakinleşmeme yetmişti.

Cama vuran yağmur damlaları dünyayı kirinden arındırmak ister gibi akıyorlardı. Bir anda gök gürledi. Hızla Tugay'ın boynuna sarıldım. Kendimi güçsüz hissettiğim tek nokta ani ve yüksek seslerde ürküp korkmamdı.
Tugay kulağıma yatıştırıcı sesler söylerken gözlerim sımsıkı kapalı, kalbim göğüs kafesimi delercesine çarparken derin nefesler alıyordum.
Tugay'ın telkin edici sözleriyle az da olsa sakinleşmiştim biraz.

Tugay'ın bu davranışları bana The Godfather' daki şu repliği hatırlatmıştı:

'Ailesiyle vakit geçirmeyen bir adam asla gerçek bir adam olamaz.'

İçimden onlarca şükür ettim bu adamla tanıştığıma.

Tekrar gök gürleyince az önceki kadar korkmadım ama yine de ürküp sarılışımı sıkılaştırdım. Her zorluğun sonunda doğan bir ışık vardır. Eliniz kanadıysa güle çok yaklaştınız demektir demiş Mevlana ve eklemiş pablo Neruda
Çiçekleri koparabilirsiniz ama bu baharın gelmesini önlemez.

Tamamen sakinleştiğimde geri çekildim. "Daha iyi misin? " Dünyada en çok söylenen 'iyiyim' yalanını ben de söylememek için başımı salladım sadece.

Kucağındayken bir anda piyano tuşlarına
oturtunca kalçamın altındaki tuşlardan bir ses gelmişti.

"Günlük sonsuzuncu kez sarılma saati."

"Bayılıyorum sana kadın."

Hala kucağındayken yatağa kadar götürdü. Onun kollarında mayışmış bir haldeyken
gecenin sonuna bir güneş doğdu.

_ _ _ _
- - -

Gözlerimi odamızda açtığımda buraya nasıl geldiğimi sorgulamadım bile çünkü burnuma gelen pancake kokusuyla aşermiştim. Üzerimi bile giyinmeden çarşafı etrafıma sarıp kokunun izini kurt gibi sürerek mutfağa ulaştım.

Üst kısmı çıplak bir halde yumurta çırpan adamın arkasından yanaşıp belinin etrafından karnına doğru kollarımı sardım. Sırtına bir öpücük kondurdum.
Aramızdaki bizim bulduğumuz bir işaretleşmeyle sırtına ' Günaydın' mesajı verdim.
Kafasını bana çevirerek "Günaydı yavrum" dedi.
"Seni görünce neler olmaz ki"
Pancar gibi yanaklarımın kızardığına eminim.
O çırpma işine dönerken ben krep tavasındaki pancakeleri tabağa aldım ve hazır olan masaya koydum. Çatal ve bardakları da masaya yerleştirdim. Sofradaki tabakları düzgün bir şekilde dizmeye başladım çünkü yapacak bir şey bile bırakmamıştı. Portakal suyu bile sıkmıştı, teknik olarak meyve suyunu sıkma makinesi yapmış olsa da emek, emekti .

"Sayende kendimi oradan alıp buraya, buradan alıp oraya koyan ama hiç ileri gidemeyen insan gibi hissediyorum. Hani arada dolaşıp oradan oraya gidip bir iş yapıyormuş gibi görünen ama hiçbir yardımı dokunmayan biri vardı ya kendimi onun gibi hissediyorum." Kahkahası o kadar yüksektiki yankı yaptı kulağıma, en azından onu güldürüp mutlu edebilmeyi başarmıştım.

Odaya gidip dolaptan sütyen ve şort alıp üstüme giymiştim -buna ne kadar giyinmek denirse- ve mutfağa geri dönmüştüm. O da omletleri tabaklarımıza koymuştu.

Baş başa kahvaltımızdan sonra film odasına gidip film izledik beraber ama ben filmin ortalarına doğru uyuyakalmıştım.

EbruliHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin