"can you tell me where i am?"
∆
odasının penceresinden vuran hafif gün ışığıyla beraber gözlerini açtı. ağzında ekşi bir tat, başında hiç görmezden gelinmeyecek bir ağrı vardı. hongjoong, elini dağılmış mavi saçlarından geçirdi ve birkaç saniye nerede olduğunu, mingi'yi, ve az önce neler yaşadığını sindirmek için kendisine zaman tanıdı.
en son, annesinin ısrarıyla yeosang'ın yanından ayrılmış ve alt komşularından bir kase yoğurt almaya gitmişti. daha önce hiç görmediği ve tüylerini ürperten o adamla tanıştığını anımsadı lakin sonrasında neler olduğunu hatırlamıyordu. zihninde kesik kesik birkaç anı parçası vardı ama başı öylesine ağrıyordu ki şu an düşünmeye bile mecali yoktu.
yine de odasına nasıl geldiğini merak ediyordu bu yüzden annesi, ji-hoon'a sormak için ayaklarını yatağından sarkıttı ve bedeninde olan büyük yorgunluğu görmezden gelerek yumuşak yatağından kalktı, zeminde duran bir çift mavi pofuduk ev terliğini giydi.
"hongjoong, kahvaltı hazır haydi aşağı gel!"
hiç sekmez, her sabah annesinin tiz çığlığını duyardı. şimdi de tıpkı her gün olduğu gibi kulağına dolan çığlıkla beraber yüzünü ekşiti ve bu memnuniyetsiz ifadeyi bozmadan merdivenlerden üçer beşer aşağı indi.
annesi, mutfakta olan kahvaltı masasına ev yapımı reçeli koymakla meşgulken hongjoong hızla lavaboya girdi, ellerini ve yüzünü yıkadı. günlük sabah rutinini tamamlamak için eli havluya gitti ve ıslak olan ellerini usulca duruladı. bu işlemi büyük bir tembellikle yaparken gözleri aynadaki yansımasına takıldı çünkü ciddi anlamda berbat görünüyordu.
göz altları şişmiş, mavi saçları kabarmış ve avuç içlerinde ne zaman olduğunu bilmediği tırnak izi yaraları oluşmuştu.
neden bu kadar kötü göründüğünü aynadaki yansımasına bakarak düşünürken bir anda ensesinde minik bir şey hissetti.
bir nefes.
hongjoong'un gözleri şaşkınlıkla açıldı, elindeki havlu ensesinde hissettiği nefesle yeri boyladı. tüm bedeni korkudan titremeye başladığı zaman lavabodan çıkmaya yeltenmeyi akıl edemedi. sadece öylece dikildi ve kalp atışlarının yavaşlamasını bekledi.
"sanırım uykumu alamadım." kendi kendine mırıldandı ve titrek bir nefes verdi. ardından yere düşen havluyu almak için zemine eğildi ve tekrar ayağa kalkıp havluyu yavaş bir hareketle yerine astı.
"hongjoong, biraz daha oyalanırsan okula geç kalacaksın!" annesinin sesi hongjoong'u tekrar gerçeğe döndürdü. genç çocuk, birkaç kere gözlerini kırpıştırdı ve az önce yaşadığı anıyı göz ardı ederek lavabodan çıktı.
göz ardı etmezse delirebilirdi. bu yüzden sadece uyku haliyle olduğunu düşünmek daha mantıklıydı. hem, ne demişler: eğer bir şeyden korkuyorsan ya onun üstüne git ya da görmezden gel. böylelikle korku, ya yok olacak ya da yok olmayıp orada durmasına rağmen senin görmezden gelmenle eskiyip gidecek.
"tatlım..." annesi, lavabodan çıkan hongjoong'un yanına adımladı ve oğlunun omzunu tuttu. "yüzün bembeyaz olmuş iyi misin?"
hongjoong, annesinin sıcak ellerini hissedince biraz sakinleşti ve kadının endişelenmesini istemediği için usulca kafa salladı. "lavabodayken bir şey hissettim sandım ama uykuluydum. kendi kendimi korkuttum muhtemelen."

ŞİMDİ OKUDUĞUN
kait; seongjoong
Fanfictionhongjoong, kırık aynanın iki tarafı adlı latince büyüyü sesli bir şekilde okur.