deca

743 145 62
                                        

"wait a minute, do i know you?"


tam iki hafta geçmişti.

hongjoong'un kendini eve kapatmasının, klonunu görmemesinin ve seonghwa'nın ameliyattan çıkmasının üzerinden tam iki hafta geçmişti. bu on dört günlük süreçte mavi saçlı çocuk, sadece yatağında oturup araştırma yapmış, yaşadığı durumun mantıklı bir açıklamasını aramıştı. ne düzgünce yemek yemiş ne de annesiyle bir dialog kurmuştu, sadece önündeki bilgisayarda kendisine bir çıkış yolu yaratmaya çalışmıştı.

yüzlerce satır, yüzlerce makale ve birkaç paralel evren kitabından sonra hongjoong, aradığı şeye tam olarak ulaşamamıştı, 14 gündür denediği tüm çıkış yolları yüzüne kapanmış ve mavi saçlının ellerini kollarını bağlamıştı.

çaresizlik, çaresizlik çok kötüydü. hongjoong, ne okula gidebiliyordu ne de gidip seonghwa'nın ne durumda olduğuna bakabiliyordu. bu durum, yaşadığı bu şeyler tüm hayatının bir anda başına yıkılmasını sağlamıştı.

mavi saçlı, yatağının başlığına sırtını yasladı ve usulca kucağındaki bilgisayarı kenara koydu. gözleri, hemen yan tarafinda duran ve 14 gündür kapalı olan telefonuna gitti. korkusundan elini bile sürememişti -ki bu normaldi çünkü seonghwa'nın arkadaşlarının hatta kendi arkadaşlarının bile yazdığı binlerce nefret mesajını görmek istemiyordu.

aslına bakarsanız, en çok da seonghwa'nın yazdığı şeyleri görmek istemiyordu çünkü eğer siyah saçlıdan bir mesaj gelmişse ve hongjoong bunu olursa kendisinden nefret ederdi. -ki ediyordu da. seonghwa'nın tüm hayallerini elinden almıştı.

artık klonuna biraz hak veriyordu. bu yüzden, "ben yapmadım." demeyi de bırakmıştı. bu cümleyi söylemek sadece kendi vicdanını rahatlatmak içindi lakin tamamen yararsız bir şeye dönmüştü.

nedeni belliydi: hongjoong ne zaman bu cümleyi kendisine söyleyip mental sağlığını rahatlatmaya çalışsa zihninde hemen klonunun dediği şeyler beliriyordu.

her şey senin suçun, sen yaptın.

seonghwa'nın kariyerini sen mahvettin.

o çocuğa sen zorbalık yaptın, o kızı sen merdivenlerden ittin.

yeosang ile aranı sen bozdun.

her şey senin hatan.

hongjoong, zihninde beliren cümlelerle beraber gözlerini sımsıkı kapattı ve dizlerini kendisine çekti. başını usulca dizlerine yasladı ve titreyen vücudunu sakinleştirmeye çalıştı. eskiden kendisini ne zaman kötü hissetse yeosang, yunho ve jongho yanında olurdu ancak kendi yaptığı şeyler yüzünden tüm arkadaşlarını da kaybetmişti.

destek alabileceği kimse yoktu.

"seonghwa hyung... yalvarırım yemek ye." gahyeon, seonghwa'nın iki haftadır kaldığı hastane odasındaki koltukta otururken büyüğüne hüzünle baktı. "geldiğinden beri ağzına hiçbir şey almadın, doktorlar endişelenmeye başladı."

seonghwa cevap vermedi. tıpkı 2 haftadır yaptığı gibi tek kelime etmedi. sadece boş gözlerle duvarı izledi, bu da gahyeon'u daha da üzdü ve kim hongjoong'a olan öfkesini daha da arttırdı. o çocuğa öyle bir kin besliyordu ki ömrü boyunca harcasa yine bitmezdi.

"hyung, bak sen bu çorbayı iç." gahyeon, seonghwa'nın önünde duran kaseyi işaret etti ve usulca ayağa kalktı. "ben de anne ve babana durumunu haber vereyim."

kait; seongjoongHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin