Bir harabe mi seçilmiş geçmişte,
Harabeyi güzelleştirmek elden gelmez mi?***
Telefon numaraları kaydedildi. Ev adresimi de verdim. Buluşma saatini de ayarladık. E daha ne kaldı o zaman? Neyi unutmuş olabilirdim? Bir şeyi unutmuştum, o kesindi. Beynim bu duruma tepki olarak, o unuttuğum şeyi hatırlamak yerine bir koltuğa kendini bırakmış, bayık gözlerle bana bakıyordu. Kaldırıma tekrar çıkarak biraz da orada düşündüm. Ne yalan söyleyeyim, basit şeyler yaşamamıştım. Kafam, haklı olarak allak bullaktı. Geçmişi gereksizce yad etmemin yanında ilk defa, yaşadığım bu ülkeye ait hissetmiştim kendimi. Farklı insanlarla tanışmam bir yana dursun evimi paylaşacaktım. Bundan dahası mı vardı!
Bir günde farklı duygularla başa çıkabilir miydi insan? Belki zirvede yaşamamıştım ama garip olan da bu değil miydi? En çok etkileyeni ise geçmişime iğrenerek ve acıyla bakarken aynı sebepten gelecek güzel günleri düşünerek mutlu olmamdı. Çetrefilli düşünceler yüzümdeki tebessüm ile karışırken boş olan ellerime öylesine bakıyordum. Boş elime... Öylesine... Yok hayır, boş elime. Tabi yaa, kitaplar! Kütüphanenin kitaplarını...
Ah... Evet, çay bahçesi... Kütüphanenin kitaplarını çay bahçesinde unutmuştum. Lakin oraya gitmem için çay bahçesine ilk gittiğim gibi olmam gerekiyordu. Fazla bir şey değildi. Sadece yorulmamış bir beden. Gözlerim ağrısa kabulümdü. Fakat bütün bedenimde -dünkü yağmurun da etkisi olsa gerek- ağrı etkisini gösteriyordu. Ki kitapları kaybetmem demek de aynı kitapları satın alıp kütüphaneye iade etmemdi. Bu da kolay kazanamadığım paranın unutkanlığım yüzünden adeta çöpe gitmesine eşitti.
Aslında paradan sıkıntım yoktu. He tabi dünkü gibi cüzdanı evde unutmadığım sürece. Türkiye'ye geldiğim dört beş ay boyunca, kartlarımdaki parayı harcadım. Pek kıymetli babam(!) sağ olsun bol miktarda birikim yapmamı sağlamıştı. Bu birikim beni yıllarca idare edecek türdendi. Ama onları harcamak istemiyordum. Hatta yetimhanelere falan bağışlayabilirdim. Tabi önce kendi emeğimle kazandığım paraların artması gerekiyordu. Bu da çalıştığım işim ve bugün karar verdiğim üzere iki öğrenciyle birlikte ev geçindirmem ile fazla mümkün değildi. Belki bir süreliğine değildi. Azimli olursam, neden olmasındı?
Hafta içi, ünlü bir giyim mağazasında yardımcı eleman olarak çalışıyordum. Gayet dolu oluyordu ve paralel olarak da yoruluyordum. Akşam dokuz sularında eve gelirdim. Hafta sonu ise aylak aylak dolaşma görevini üstleniyordum. Genellikle kütüphanede geçerdi vaktim. Satın aldığım kitaplar bitmiş olarak kitaplığım da tozlanırken, halka açık olan kütüphane de yeni kitaplar keşfediyordum. Türkçemi bu sayede geliştirmiş, hatta canım sıkılınca kendimde bir şeyler karalıyordum.
Tam da bu konu, benim kitapları acilen bulmamı gerektiriyordu. Telefonumun mesaj sesiyle birlikte kendime geldim. Gelsem ne olacaktı ki? Bedenim hala yorgundu ve onca yolu yürümeye takatim yoktu. Taksi mi? Araba dahi zor geçiyordu buradan. Hazır etrafıma bakmışken, buralara hiç gelmediğimi anımsadım. Hayır, nereden gideceğimi az çok biliyordum ama bu sokakları kullanmam için kaybolmam gerekiyordu. Çünkü evime çok ters istikametteydi. Ne yapacağımı düşünürken, nihayet telefonumu cebimden çıkartmıştım.
Mesajı okumamla beraber neye uğradığımı şaşırdım. Ne diyordu Selim? "Kitapları hiç düşünme ortak. Çay bahçesindeki Orhan amca alıp emin bir yerde muhafaza etmiş. Yarın gelirken getiririm. Olur mu? "
Olmaz mı be kardeşim, olmaz mı hiç! Sevincimi ve hayretimi uzunca yaşamak üzere yorgun olmadığım bir zamana bırakıp, cevap verdim.
"Teşekkür ederim. Dünya için küçük, benim için büyük olan bir dertten kurtardınız beni. O kişiye de teşekkürlerimi iletirsen sevinirim. Dile benden ne dilersen be ortak!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Rabbini Kalbinde Hisset
SpiritualÖlüm! O nasıl bir boşluktu öyle? Ölümle yüz yüze gelmişti Stef. Şimdi iki seçenek vardı. Ya candı ya da canandı. Verdiği karar, canını seçerken cananını da kazandırdı. Ah... Kim derdi ki... Karanlıktaydı. Zifiri karanlık bir boşluktaydı. Ardından...