(...)
Kapının açılma sesi ile başımı o yöne çevirdim. "Selamun aleyküm ağabey!" diye seslenen Sami'yi görmediğim halde gülümsedim. "Aleyküm selam. Hoş geldin." derken başımı tekrar televizyona çevirdim. İzlediğim belgesel, fena sarmıştı.
Ayakkabısını çıkarıp içeri giren Sami'nin ayak seslerinden yanıma geldiğini anlamıştım. Neşeyle "Hoş bulduk." dedi son kelimeye fazlasıyla uzatarak.
"Selim de mi geldi?" diyerek Sami'ye baktım tekrar. Fakat elinde orta boy bir kutu ile bana bakarken görmekle kaldım sadece.
"Hayır abim yok ama çok sevdiği bir şey var elimde." diye gülerek elindeki kutuyu önümdeki masanın üzerine koydu. Ardından başını yana çevirip televizyona baktı. "Hey yavrum hey! Asıl belgesel burada." diye gülmesine devam edip kutuyu açtı. Tavuk sesini duymam ile başımı kutuya doğru yaklaştırdım.
"Tavuk mu?" diye şaşkınlıkla sordum.
"Tavuk değil, Kamuran!" diye kahkaha atarak yere oturdu ve kutuyu önüne alıp tavuğa baktı.
"Sahibi ona Kamuran ismini takmış." diye tekrar güldü.
Ona "İyi misin?" bakışları atarken "Kamuran isminin neresi komik?" diye sordum.
Gülmesi sonlanırken konuştu. "Bizim orada Kamuran teyze vardı. Küçükken bahçesinden elma alıyoruz diye bize kızardı." Ve tabi ki tekrar güldü.
"Ama ne yapalım vermeyip de çürütüyordu bütün elmaları dalında. Çocuk aklı işte... Sonra biz de bir gün bulabildiğimiz kadar tavuğu toplayıp Kamuran teyzenin bahçesine saldık."
Gülmeye devam eden Sami beni de güldürmüştü. "Kamuran teyzenin bastonuyla tavukları delice kovalayışı hala gözümün önünde." Biraz daha gülüp devam etti.
"Hepsini çıkardı en son birini tutup eve götürdü. Bir daha haber alamadık o tavuktan. İşin kötü yanı o yakaladığı tavuk bizimdi. Haliyle evdekilerden azar işitmiştim."
Sami'nin bu komik anısı tabi ki de sadece Sami anlattığı için komik geliyordu. Bu çocuk hep böyle miydi ya...
"Tavuğun adının Kamuran olması, ilk duyduğumdan beri beni güldürüyor. Belki de o kayıplara karışan tavuğun çocuğudur bu ha, ne dersin? Kamuran teyzeyi çok sevmiş, bu yüzden adını Kamuran koymuş olabilir mi?" diye gülmesine devam ederken ben de gülerek ensesine vurdum.
"Şurada sakin kafayla belgesel izliyordum, yine rahat vermedin be ufaklık!"
"Belgeseli ayağına getirdim diyorum, yine de yaranamıyorum be büyüklük!" diye gülmesinin arasından konuştu.
Esprili çocuk, vesselam.
"Nerden çıktı bu?"
Tavuğa bakıp "Yumurtadan." diye tekrar gülmesi ile tekrar ensesine vurdum. Soğuk esprili çocuk olarak, düzeltin lütfen.
"Okulda Kuran-ı Kerim yarışmasında ikinci oldum. Sınıf hocası seccade, tespih, Kuran-ı Kerim ve takke dörtlüsünü hediye almış bana. Dedim hocam bunları almasam, siz bana tavuk alsanız çok mu ayıp ederim. Sınıfla beraber hoca da güldü tabi. Sonra okul çıkışı tanıdığı birinin yanına gidip bana tavuk aldı. İyi de dua aldı benden tabi." diyerek güldü.
"Sen ne tuhaf bir çocuksun ya. Tavuğu ne yapacaksın?"
Gülerek sorduğum soruya "Abimin doğum gününü kutlayacağım."demesini beklemiyordum tabi ki.
Şaşkınlıkla sordum. "Selim'in doğum günü mü bugün?"
"Aynen öyle." diye cevap verdi.
"Pasta falan alırdık, niye uğraştın getirmekle." diye saçını karıştırdım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Rabbini Kalbinde Hisset
SpiritualÖlüm! O nasıl bir boşluktu öyle? Ölümle yüz yüze gelmişti Stef. Şimdi iki seçenek vardı. Ya candı ya da canandı. Verdiği karar, canını seçerken cananını da kazandırdı. Ah... Kim derdi ki... Karanlıktaydı. Zifiri karanlık bir boşluktaydı. Ardından...