(...)Solmuş pembe gülün dökülmüş yapraklarını teker teker toplarken bir yandan da esmaül hüsna zikrini okuyordum.
"Zü'l-Celâl-i Ve'l-İkrâm! Ey yerlerin göklerin sahibi! Yüce olan, azamet sahibi olan ancak sensin Allah'ım!"
Bir avcumda gül yaprakları, bir avcumda küçük Kur'an-ı Kerim kalbimin hizasında tutmuş Mısra'mı seyrediyordum. Küçücük bedeni toprağın altında, üzerine damlayan yağmura inat uzanmıştı. Yaratıcı öyle istemişti çünkü...
Bir gün bende bana emanet bu bedeni, toprağın altına beyaz bir kefenle sarıp bırakacaktım. Sonrası işte hasat zamanıydı. Vakit ektiklerini biçme vaktiydi.
Rabbim... Mısra'ma rahmetinle muamele eyle.
Yağmur damlaları gözyaşlarımla karışırken sağ elimdeki Kur'an-ı Kerim'imi göğsüme bastırdım. Kurumuş gülleri de burnuma götürüp kokusunu içime çektim.
Ne yazık ki şimdi gitme vakti sevdiğim kadın!Dilimde dualarla arabaya doğru yürürken dinen yağmur ile gülümsedim. Bulutlara bana eşlik ettikleri için teşekkür borçluydum.
(...)
Asansörden çıkınca Zeyneplere doğru yöneldim. Zile basacağım sırada 1 günlük
evli bir adam olduğumu hatırlayabilmiştim.
Gerçekten çok uykusuzdum ve kafam allak bullaktı. Sabah kalktığımda Ruveyda'nın hazırladığı Zeynep duymasın ama onun hazırladıklarından daha bir lezzetli olan kahvaltı masası karşılamıştı beni. Kahvaltımı hazırlayıp uyanmamı beklemesi bir yana dursun gömleğimi ütülemiş olması hayret etmeme neden olmuştu. Doğrusu gömleğimi biriciğim bile ütülememişti.
Ruveyda'ya kaç defa Allah razı olsun dediğimi bilmiyordum. Bütün gün iş yerinde yarı uyur, yarı uyanık durmam sonucu Ferhat babam eve gitmemi ısrar etmiş en sonunda kolumdan tutup ofisten dışarı atmıştı. Evet bunu yapmıştı. "Düğünden sonraki gün insan işe mi gelirmiş ya hu!" diye de bağırmıştı.Ruveyda'nın rahatsız olabileceği düşüncesinden dolayı anahtarla kapıyı açmayıp zile bastım. Biraz sonra açılan kapının ardında turuncu örtüsü yeşil elbisesi ile Ruveyda beni karşılamıştı.
"Hoş geldin." dedi naif sesiyle.
"Hoş buldum. Selamun aleyküm." dedim gülümseyerek. "Aleyküm selam." diyerek selamımı aldı. Bir de tebessüm etseydi her şey daha bir güzel olacaktı. Olsundu, yinede hoş bulmuştum.Burnuma gelen yemek kokusu ile hızla lavaboya girip abdest aldım. Üzerimi değiştirip eşofman takımımı giydikten sonra namazımı eda ettim. Ardından kendimi içinde bulunduğum duruma şükrederken buldum.
"Yine muhteşem görünüyor sofra. Seni de yoruyorum böyle." diye neşe karışımı mahcubiyet ile konuşup sandalyeye oturdum. Düz bir sesle "Yorulmadım." demesi kadar ciddiydi her şey. Evlenmemiz gibi...
Çorbamı yudumlarken hiç konuşulmayan ortamı bozmak adına "Ne yaptın bugün?" diye sordum.
Merak etmiyor da değildim hani. Ağlamış mıydı mesela, benim gibi..."Zehra ve Zeynep ile vakit geçirdim." dedi. Sevinmiştim.
"Orhan babamla konuştun mu?" diye sordum sonra.
Ağzındaki lokmayı yutup cevapladı.
"Konuştum, çok mutlu ve Allah'a şükür sağlık durumu da iyi."Söylerken ki yüz ifadesi o kadar ciddiydi ki bir an kötü bir şey söylediğini düşündürmüştü.
"Allah daim etsin." dedim diğer yemeği tabağıma doldururken.
"Amin." dediğini duyar gibi oldum.
Tekrar karşısına geçip oturduğumda dürtükleyen tarafıma mani olamayıp "Sen ne zaman olacaksın?" diye sordum.Bakışları beni buldu ve merakla "Ne olacağım?" diye soruma soru ile karşılık verdi.
"Mutlu olmaktan bahsediyorum. Seni ne zaman gülerken göreceğim Ruveyda?" derken sesim hiç anlamadığım bir şekilde yükselmişti. Bendeki bu hali izledi ve hızla gözleri doldu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Rabbini Kalbinde Hisset
SpiritualeÖlüm! O nasıl bir boşluktu öyle? Ölümle yüz yüze gelmişti Stef. Şimdi iki seçenek vardı. Ya candı ya da canandı. Verdiği karar, canını seçerken cananını da kazandırdı. Ah... Kim derdi ki... Karanlıktaydı. Zifiri karanlık bir boşluktaydı. Ardından...