Selamun aleyküm canlar. Rahmetin, sabrın, huzurun ayı olan Ramazan-ı Şerif'in hakkınızda tüm güzelliklere, hayırlara vesile olmasını Rabbimden niyaz ederim. İnşaallah bu ayı ve tüm ömrümüzü kulluğumuzun hakkını vererek geçirenlerden oluruz.
Şimdiden Hayırlı Ramazanlar😊
Yeni bölümden memnun kalmanız ümidiyle...(...)
Zaman dediğin nedir ki, geçiyordu öyle böyle. Yaklaşık iki ay kadar bir süre boyunca her şey aynı, sadece parmağımdaki alyansın farkı ile zamanı tüketmiştim. Ara ara Orhan amcalara gitmem sonucu Ruveyda ile birkaç kez görüşme imkanım olmuştu. O da öncekiler gibi kısa süreliydi. Fakat şimdi Zeynep de yanımızda olmakla beraber ilk defa uzun vakit geçirmiştik. Düğün alışverişi yapıyorduk neticede. Ruveyda sandığımdan daha mütevazi bir kızdı. Evdeki eşyaların değişmesini hiç istememişti. Ben yine de beğenebileceği bir kaç eşyayı göstermesi için Zeynep'le konuşmuştum. O da eksiklere göre Ruveyda'nın alabileceklerini zorla da olsa aldırmıştı. Namaz vaktinin gelmesi ile camiye yöneldik.
"Allah kabul eylesin abiciğim." dedi Zeynep ayrılacağımız vakit.
"Amin. Sizinde namazınızı kabul eylesin inşallah." diyerek yanlarından ayrıldım. Cemaat ile kılınan namazdan sonra duamı da edip girdiğim huzurdan çıkmak için kendimi zorlayarak ayağa kalktım.
Zeynep ile Ruveyda'yı gördüğümde onlara doğru ilerledim ve selam verilip alındıktan sonra yolumuza devam ettik.
Karşımıza çıkan ilk gelinlikçiye girdik.
"Hoş geldiniz." diyerek orta yaşlı bir bayan karşıladı bizi. Ardından kızlara sorular sordu. Aldığı cevaplardan sonra "Buyrun, şöyle bakalım." diyerek gözden kaybolacak şekilde ileriye doğru gittiler.
Önce onları göremediğim halde gittikleri yöne bir süre baktım. Sonra istemsizceMısra ile gelinlik alışverişimizi anımsadım. Onun gülüşü, heyecanı... Etrafım bembeyaz gelinliklerle çevriliydi. Baktığım yöne doğru her iki taraf da beyazlık doluydu. Bu beyazlığın içinde aniden kulaklarıma geçmişten bir feryat doldu.
"Gelinliğin kefenin mi olacaktı kızım!"
O an kalbimin, ilk olmayan fakat hala tarif edemeyeceğim bir şekilde yandığını hissettim. Buğulaşan gözlerimi sıkıca kapattım. Soluk alışverişimi kontrol etmeye çalıştım lakin bir türlü düzenleyemiyordum.
"Nefes almıyor!"
Yine geçmişten uğultular kulaklarıma dolmuştu. Mısra'm küçük bedenini öylece bırakmışken sıkıca tutmuştum onu. Elimden almasınlar diye... Kalabalıktan çıkan uğultular yükselmişti ve ben Allah'ım bir nefes daha, demiştim çaresizce. Çaresi olmadığını bile bile...Hastaneye nasıl gittiğimi hala bilmiyorum. Fakat doktorun odadan çıktığındaki iki cümle ile dünyamın başıma nasıl yıkıldığını biliyorum. "Hastayı kaybettik!" O benim dünyamdı. Bir nefes ile o dünya durdu ve yıkılıp paramparça olmuştu.
Ve ben o gün camiye gidip bütün gece Allah'a yakarmış, Mısra'mı affetmesi için yalvarmıştım.
Bulutlar dahi ağlamıştı o gün. Bana kahvaltı hazırlayacağı sabahı düşlerken, o sabah mezarını kazarken bulmuştum kendimi. Ardından bembeyazlar içinde, kefene sarılmış bir şekilde toprakla buluştu.
Ben o gün ıslanmış toprağın kokusu ile daha çok anlamıştım. Topraktan gelip, yine toğrağa dönüyorduk.
"Eğer olurda bir gün hüzünlenirsen, toprağa bak!" demişti dedem, ölmeden önce.
"Sanıldığının aksine, toprak kalbe iyi gelir." diye eklerdi. Muhtemelen büyüyünce anlayacağımı düşünmüştü. Anlamıştım da. Toprak gerçekten kalbe iyi gelirdi. Bu dünyaya ne için geldiğini, hiçliğini, imtihanını hatırlatırdı insana. Ve toprak en çok da huzur demekti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Rabbini Kalbinde Hisset
SpiritualÖlüm! O nasıl bir boşluktu öyle? Ölümle yüz yüze gelmişti Stef. Şimdi iki seçenek vardı. Ya candı ya da canandı. Verdiği karar, canını seçerken cananını da kazandırdı. Ah... Kim derdi ki... Karanlıktaydı. Zifiri karanlık bir boşluktaydı. Ardından...