(...)
"Geliyor geliyor o geliyoor."
"Senin yor, benimse yorlaar."Oltadaki balıkları kovaya atarken tekrar karınca kardeşlerin yarışına kulak vermiştim.
"Hobaaa! Kuzu bunlar kuzuuu!"
"Bir, iki, üç... Sayamıyorum Sami, bir de sen dene." Kahkaha atan Selim, Sami'ye çok balık tutup attığı havalara dayanamamasından dolayı hırs yapıp meydan okumuştu. Bende oltayı tekrar atmadan Selim'in yanına geçip "Hakem benim, bakalım galip kim." diye gülerek oltadaki balıkları çıkarıp kovaya atmaya başladım. Bir yandan sayıyordum. "Biiir... Bu iki. Üç, döört... Bu da beeş." Son balığı attıktan sonra "Selim Bey 5 balık tuttu sayın martılar. Şimdi Sami Bey'in balıklarına geçelim."Suratı asık olan Sami'nin oltasındaki balıkları alıp kovaya atarken bir yandan sayıyordum. "Biiir." Diğerini de çıkarıp atarken devam ettim. "İkii..." Sonra Selim'in gülmesine eşlik edip "Başka göremiyorum sayın martılar. Siz görebiliyor musunuz?"
Oltasını sakince tekrar denize atan Sami'nin sükuneti, fırtına öncesi sessizliği anımsatıyordu. Selim ile gülmelerimiz sona ererken bizde tekrar oltalarımızı denize atmıştık.
Selim bana dönüp fısıldadı. "Bak şimdi birazdan bana bir şey ısmarlamazsanız sizi affetmem, diyecek."
Bende sessizce gülerken oltayı salladım. Çok geçmemişti ki Sami konuştu. "Bacak kadar çocuğu nasıl kırdığınızdan haberiniz yok. Ama çocukları kandırmak kolay. Bana bir şeyler ısmarlarsanız sizi affederim."Selim ile birlikte kahkahalarımızı daha fazla içimizde tutamadık. Sami'nin sergilediği davranış, her zamanki huyuydu ve biz onu böyle kabul etmemiz gerektiğini çoktan anlamıştık. Başına ne gelirse gelsin, ona yapılan kötülük affedilmeyecek doz da dahi olsa, yine olayı espri kılıfına giydirip sırtına yüklenirdi. Sırtında ona hafif gelse bile yaş yokuşuna çıktıkça o sırtındaki yük ağırlaşacaktı. O, bundan bihaberdi maalesef ki.
Olayı büyütmez, insanların özrünü dahi dinlemeden affeder, karşıdaki haksız olup haklılığında diretse bile gönül almayı kendine borç bilirdi. Bunları birçok olaydan anlayabilirdin. Örnek verecek olursam, en büyüğü beni herkesten önce affetmesi, en saçması da onu ilk tanıdığım gün kavga ettiği çocuklarla dost olmasıydı. Bir gün bunu fark etmeden söylediğin de şaşırıp kalmıştım ve ona "İnsanları bu kadar kolay affetmen ileride senin zararına olacak. İnsanlar sandığın kadar ne iyi, ne de affedilecek kadar masum!" diye konuşmuştum. Manidar bir tebessüm edip yanımdan ayrılmıştı. Cevabı kısa bulmuştum ve konuştuğumuz konuyu ciddiye almasını arz ediyordum. Çünkü o saf ve temiz yürekli çocuk, bir gün bu huyundan dolayı ne yazık ki üzülecekti. Konuşmak için onca ısrar edişim, beni yormasına karşın onda bir değişme göstermemişti. En sonunda "Sen bilirsin..." diyerek tabakta duran kaşığı elime alıp yarım kalan çorbamı içtim. Sinirlenmiştim çünkü bütün çabam onun iyiliği içindi. Lakin o bu iyiliği göremeyecek kadar huyuna sadık olmayı tercih ediyordu. Belki de onun karakterine müdahale etmem sözlerimdeki amacın pozitif yönünü anlayamayacak kadar sinirlendirmişti.
"Yaklaşık 4 saattir, benimle uğraşıyorsun abi." dediği an gözlerimi tabağımdan çekip öfkeyle ona yöneltmiştim. Konuşmama fırsat vermeden, devam etti. "4 saattir, benim iyiliğimi düşündüğün bir şeyi anlatmaya çalışıyorsun fakat ben duymak dahi istemiyorum. Sende, iyiliğini düşündüğüm halde beni dinlemiyor bile, diyerek en sonunda sinirlendin ve deyim yerindeyse peşimi bıraktın. Doğru mudur?"
Sonunda anladın, dercesine başımı salladım.
"İnsanların ilişkisi böyledir işte. Başkası onun iyiliğini düşünerek hareket eder fakat insanoğlu onu farklı anlar. Tıpkı senin benim karakterime karışıp moralimi bozmak istediğini, düşünmem gibi. Sonra karşıdaki bunu anlatmaya çalışır ama iletişim kurmakta son derecede berbat olan insanoğlu buna izin vermez. Yine karşıdaki iletişim kurmakta zorlandığı ve içinde büyüyen "Beni anlamıyor, anlamak da istemiyor." cümlesini büyük bir hırsla ve kinle yoğurarak o insanoğluna tepki olarak pişiriyor ve sunuyor. İnsanoğlu da bu hazır pişmiş nefsi tarzda süslenmiş nefis lezzetini tadarak acısını çekiyor, böylece ortaya düşmanlık çıkıyor. Bense bu yemek için malzeme dahi vermeden, işi direk tatlıya bağlama tarafındayım. Huyum bu kadar basit. He... Tatlı; onur, gurur, kibir, hüzün ile pahalı bir tatlı gibi görünse de, bilirim ki ucuz malın sıkıntısı çok olur. Bu yüzden tüm kötü hislerden taviz verip, o tatlıyı alır, karşımdakine sunarım. Ki işi garantiye alıp, dostluğu daim kılayım."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Rabbini Kalbinde Hisset
SpiritualÖlüm! O nasıl bir boşluktu öyle? Ölümle yüz yüze gelmişti Stef. Şimdi iki seçenek vardı. Ya candı ya da canandı. Verdiği karar, canını seçerken cananını da kazandırdı. Ah... Kim derdi ki... Karanlıktaydı. Zifiri karanlık bir boşluktaydı. Ardından...