-25. Bölüm- "Affetmek"

3.3K 1.3K 79
                                    

(...)

Acırdı insanın içi... Yanardı.

Taa derinden hissederdi onu.

Dolardı gözler, akardı.

Sevdiği için kavrulurdu kor ateşte.

Sevdiği, içinde büyürdü her nefeste.

Kapanırdı ağız, susardı dili...

Konuşamazdı bir kelam daha,

Dut yemiş bülbül misali...

Acı acı yutkundum. Ne yemiştim ki en son, boğazım bu kadar yanıyordu? Acı mı, hüsran mı, kaybediş mi? Ne yapsam geçerdi peki? Ne dindirirdi? Susmak mı, konuşmak mı? Gitmek mi, kalmak mı? Kussam geçer miydi ya da? Hüznü, mutsuzluğu, çaresizliği... Bu nasıl bir şeydi ki böyle... Kanım donmuş gibi, kalbim atmıyor gibi, nefes almıyor gibi...

Dilim çözülmüştü sonunda. Benim bile zor duyacağım bir tonda, benden çıktığından şüpheli "Mısra..." diye bir fısıltı. Fakat dağları delecek bir çığlık misali....

Mısra... Aşk adını verdiği suya tüm masumiyetini akıtmış bir aşık. Miniminnacık kalbine kocaman yer açan... Vücudu gibi minik, sözleri kadar büyük, gülüşü kadar içten, bakışları gibi gerçek... Etrafındakilere zarar vermekten korkarak onlardan uzaklaşan, fakat kalbinin en derinine sakladığı kişiye saltanat kurup bu saltanat ile her şeyi unutan ve kendinden taviz veren bir kız... Bacaklarının onu zor taşımasına rağmen tek bir kişi için nefesine emir veren, yaşaması o kişiye bağlı olan, güçsüz bacaklarına inat, uçan bir kuş... Etrafında dönen oyunlarda, habersizce başrol olan, tek masumun o olduğu, kandırılmış, temiz duyguları çalınmış, lazer ışığıyla kedinin oynatılması gibi oynatılmış, bir kedi... Mısra... İyilik temsili iken kötülüklerin arasında sıkışıp kalmış bir insan.

Gözlerim gördüğü manzaraya karşı bedenime bir komutan gibi emir verip"Dur, dur ve seyret!" diyordu. Bu saçmaydı... Aklım nihayet beklemenin gereksiz olduğunu tekrarladığında buz tutmuş bedenim de yavaş yavaş çözülmeye başlamıştı. Sana göre saniyeler süren bu bekleyiş, tıpkı dizilerde arabanın önüne atlayan birinin "Hayııır!" diye bağırması gibi saçma, o bağırma sürecinde kaçamıyor mu, diye söylenmen kadar gereksiz bir durum görünebilirdi elbet. Fakat kısacık süren o zaman dilimi, içimde bir asır kadar çölde susuz kalmış ve durmadan yürümüş gibi hissettirmişti. Aklım tekrar devreye girdiğinde ayaklarımın hızla Mısra'ya yaklaştığını gördüm. Oturup başını kucağıma doğru alırken küçük kız geldi aklıma. Duvarın dibinde soğukta ölmeyi bekleyen küçük dilenci kız... Son nefes alıp verişinde "Anne!" kelimesini araya sıkıştıran, masum bir kız... Mısra da masumdu. Her masumun sonu ölüm müydü? O halde dünya ne kadar çekilmez olurdu. Hayır, ölüm olmamalıydı. En azından şu an! Başımı kapıya doğru çevirdim. Endişeyle bakan birçok çift göz. Hepsi donmuş gibi... Fakat sadece Amine Hanım'ın sağ eli kalbinin üzerindeydi ve ağlıyordu. Kalbine korkuyla ağrı mı girmişti, yoksa kızının canı acıdığı için kalbi mi acımıştı? Tekrar Mısra'ya baktım. Kapalı gözleri kirpikleri ile fermuarlanmış gibi duruyordu. Sırtından esen rüzgar süzülerek saç ellerine dokunuyordu. Rüzgar bile üzülüyor, onu okşuyordu belli ki... Tekrar kapıya baktım. "Arabayı hazırlayın!" diye titreyen sesimin yüksek sesle çıkmasına izin verdim.

Hadi dostum! Nelerle baş ettin sen!
Yavaşça kucağıma alıp hızlı fakat dikkatli olmaya çalışarak merdivenlerden indirdim. Açılan kapıları ardımda bırakıp şoförün çalıştırdığı arabaya doğru yürüdüm. Mısra'yı büyük titizlikle arka koltuğa yatırırken ne halde olduğunu bilmediğim kalbimin hızla attığını hissettim. Soluk teninin daha da solduğu bu güle bu kadar yaklaşıp ölümü daha da hissettiğimdendi belki de... Ya da bu gülün kokusunu daha çok duymamdandı. Çaresizlik kokusu... Ritmi bozulan kalbim de sonunda dayanamamıştı bu görüntüye.

Rabbini Kalbinde HissetHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin