(...)
Kafenin dışı kadar içi de dikkat çekiciydi. İsminin gökkuşağı olması hasabiyle sandalyeden duvar boyasına kadar çeşit çeşit renklerle dizayn edilmiş olsa gerekti. Ya da rengarenk dizayn edilmesinden ötürü ismini gökkuşağı koymayı düşünmüşlerdi. Her neyseydi. Bir süre daha bu renklerle içimi ferahlatmaya çalışıp gözlerimi Mısra'ya çevirdim. Ben onca renge tek tek bakarken o sadece bir yere odaklanmıştı. Merakla hala gözlerini çekmediği nesneye çevirdim. Masa numarasını gösteren bir avuç kadar boyunda simsiyah bir tahta vardı. Ses tonumu ayarlamak ve biraz olsun Mısra'nın dikkatini çekmek için öksürdüm. Fena dalmıştı. Gözleri hala oradayken konuşmanın doğru olacağını düşünerek ağzımı araladım.
"Canım?" Cevap alamayınca ismiyle seslendim.
"Mısra!"
Bu kadar dalması ne kadar normaldi hiçbir fikrim yoktu. Daha fazlasına dayanamayacaktım. Rengarenk olan bir kafede oldukça gereksiz olan siyah renkli tahtayı avcuma alıp önüme çektim. O an da Mısra da kendine geldi ve hızla gözlerini kırpıştırdı.
"İyi misin?" dediğimde "Tarık... Ben dalmışım özür dilerim canım." diye cevap verdi. Elimdekini özenle yerine koyarken "Sorun yok." diye tebessüm ettim.
"Nerede kalmıştık?"
Mısra'nın sorusunu cevaplamak yerine tatlılarımızı getiren garsona teşekkür ettim.
Düğünden sonra Rıza amcaların ve kardeşlerin ısrarı üzerine Trabzon'a gitmiştik. Temiz hava ve organik besinlerle geçmişti bir haftamız. Erkenden kalkıp Şerife teyzenin lezzetine doyum olmayan kahvaltısını yapıp, gezebildiğimiz kadar geziyorduk. Her defasında acaba rüyada mıyım diye kendimi sorgulayacağım bir andı. Dostlarım ve sımsıcak ailesi ile birlikte eşsiz manzara güzelliği... Ve yıllardır hasretiyle yanıp kavrulduğum kardeşim.
O gün elimden kayıp gittiğinde nasıl düşünebilirdim ki yıllar sonra başka bir ülkede başka bir şehirde karşılaşabileceğimizi? Nasıl düşünebilirdim ki Karadeniz'in baktıkça baktıran manzarasını beraber seyredeceğimizi...
Bütün her şeyi konuşmuştuk. Bensiz ne yaptığını, ne acılar çektiğini... Ve tüm gerçekleri.
"Çok ağladın mı o adamlar seni kaçırdığında?" diye korkarak sormuştum.
"Çok az abi. İnan çok az. Çünkü bana o kadar güzel baktılar ki, ailemle bulamadığım mutluluğu onlarla buldum." Bu sözü ile canım yanmıştı.
"Ve sadece dedem ve senden uzak kalmamdan dolayı ağladım. Anne ve babamı düşünmedim bile, onlara en düşkün olacağım zamandı oysa..."
"Üzgünüm kardeşim. O kadar çok üzgünüm ki. Seni dedemden koruyamadım. Aslında arkasından ağladığın o adamın ne kadar suçlu olduğunu bir bilsen..."
Başını iki yana salladı. "Yanılıyorsun abi. Bu gerçekleri söylemek benim için ne kadar zorsa senin için daha da zor olacak biliyorum ama söylemeliyim."
İçimdeki merakla onu daha da inceledim. Her ona baktığımda ise hala beş yaşındaki haline benzediği ve geçen kaç zamandır onun kardeşim olduğunu nasıl anlamadığımı düşünüyordum. Neyse ki bulmuştum ya onu. Buna da şükür. Hem de sonsuz şükür...
"Annemiz ve babamız boşanacaklarmış ve ellerine para geçmesi için beni evlatlık olarak bir aileye vereceklermiş. Dedem buna ne kadar itiraz etse de onu dinlememişler. Verecekleri aile zengin olduğu kadar kötü işler çevirdikleri herkes tarafından bilinen bir aileymiş. Dedem bu duruma izin vermemek için Türkiye'deki bir ahbabı ile konuşup plan kurmuş ve o gün..."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Rabbini Kalbinde Hisset
SpirituellesÖlüm! O nasıl bir boşluktu öyle? Ölümle yüz yüze gelmişti Stef. Şimdi iki seçenek vardı. Ya candı ya da canandı. Verdiği karar, canını seçerken cananını da kazandırdı. Ah... Kim derdi ki... Karanlıktaydı. Zifiri karanlık bir boşluktaydı. Ardından...