(...)
"Var mı bir haber?"
Hızla şefin yanına vardım sorumu sorarken.
"Durumu aynıymış evladım." Beni dikkatle incelerken verdiği cevap ile acı acı yutkundum ve gözlerimi kaçırdım.
"Peki sen?"
Gözlerimi ağır ağır şefe çevirdim tekrardan. Belki de yarım kalmış cümlesinin, yarım kalmış haliyle bile verdiği ağırlıktı gözlerime yansıyan.
"İyi misin?"
Bilmiyorum ne haldeydim. Neydi durumum, neydi sonum. "İyi olacağım." diyebildim sadece. O ara beni dinleyen Selim'e kaydı gözlerim.
Gülümsedim ve "İnşaallah." diye ekledim.
Odanın kapısının yanına doğru yürüyüp orada beklemeye başladım. Uyanacaktı, inanıyordum. Allah'a inandığım kadar inanıyordum hem de.
"Dualar kabul olur, yarına kalır, yıllara kalır. Lafta kalmaz." dediği gibi dedemin, duamın kabul olacağına inanıyordum.
(...)
"Abim!" Koluma dokunulması ile irkildim. Sami'nin endişeli yüz ifadesini görmem ile konuşmaya çalıştım. "Hoş geldin, kardeşim."
Ne zaman, ne ara gelmişti hiçbir fikrim yoktu.
"Geçmiş olsun abim. İyi misin? Çok seslendim, duymadın."
Bu dediğine şaşırmadım. Üzerimdeki ağırlık düşüncelerimi de ele geçirmiş gibiydi.
Sanki bütün yükümü sırtıma almış yaya olarak uzun bir yolculuğa çıkmıştım. Vuslata varmıştım, varmak istediğim yeri anlamıştım. Kalbimin atışını duyduğum gibi hızlanışına da şahit olmuştum.
Fakat yine de kendimi toparlayamıyordum. Bir şeyler eksikti. Mısra gibi, bana helal olmayan hakkı gibi... Belki de hiçbir şey tam değildi.
"İyiyim Sami. Dalmışım."
Başını anladığını belli edercesine salladı. Ardından etrafına bakındı. Gözlerimi onun gözlerinden çekip bende etrafıma baktım.
Ne ara bu kadar kalabalıklaşmıştı burası?
Ne bir ses duymuştum, ne bir hareketlilik fark etmiştim, anladım ki basite alınacak bir dalma değilmiş bendeki.
İnsanları inceledim ve o an da ürkek bakışlar ile bana bakan Mısra'nın kuzenini gördüm. Birkaç saniye ikimizde birbirimize baktık.
Bakışlarım ne kadar değişti bilmiyorum ama Sami'yi tedirgin etmiş olacak ki "Abi, abi iyi misin?" diye telaşla sordu. "Bir şey yok." diyeceğim sırada Selay geri geri adım atmaya başladı.
Sami'ye cevap vermeyip hızla Selay'ın peşinden gittim.
Koşar adımlarla kalabalığın içinden geçtim. O ise kalabalıktan uzaklaşıp koşmaya başlamıştı bile. Adımlarımı daha da hızlandırdım.
Çevremde bana baktıklarını fark ettiğim yahut farkında olmadığım insanlar umrumda bile değildi. Merdivenlerden inip bir alt kata ulaşmıştı. Son anda kolundan sıkıca kavradım.
Duvara doğru çekmem ile sırtı duvar ile buluştu. "Be beni bırak, lü lütfen..." diye kesik kesik konuşmaya çalıştı kendini kurtarmaya çalışırken. Korkmuştu. O beni tehdit eden yürek yemiş kız yoktu karşımda.
Mısra'yı ölüme sürükleyen, onu benden koparan kızdı o! Mısra... Ah... Bir yanım Mısra'yı kaybetmekten ötürü yanarken diğer yanım da öfke püskürmek için biriktikçe birikiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Rabbini Kalbinde Hisset
SpiritualÖlüm! O nasıl bir boşluktu öyle? Ölümle yüz yüze gelmişti Stef. Şimdi iki seçenek vardı. Ya candı ya da canandı. Verdiği karar, canını seçerken cananını da kazandırdı. Ah... Kim derdi ki... Karanlıktaydı. Zifiri karanlık bir boşluktaydı. Ardından...