(...)
Bazen öyle şeyler yaşarsın ki şaşar kalır, hayatının neresinde olduğunu bir türlü idrak edemezsin. Geçmeyecek dediğin geçer, gitmeyecek dediğin gider, olmayacak dediğin olur. Bunun yanında bir de olması muhtemel olan, olmaz.
Ne saçmalıyorsun, dediğini duymazlıktan geliyorum ve Orhan amcaları bıraktıktan sonra eve gelip Zehra ile oynadığımız oyuna geri sarıyorum.
(...)
"Dayı o değil, Şekey Pembe'yi veyeceksin." diye kızmıştı bana Zehra. Yanlış bebeğini çıkarmıştım dolaptan.
"Kızım nerden bileyim ben senin Şekey Pembe'ni? Hem o nasıl bir isim öyle." diye aynı şekilde karşılık vermiştim Zehra'ya.
"Şekey değil dayı, şekey şekey! Sen önce doğyu söyle kızımın adını!"
"Sen de aynısını söylüyorsun be dayıcığım!" diye karşılık vermiştim yine onun gibi sinirli bir şekilde.
Ah... Ömrümden ömür gittiği anlardan biriydi.
O ara dolabın en dip köşesinde gördüğüm, bir sürü oyuncağın arkasında kalmış oyuncak bebeği elime alıp "Bu mu?" demiştim.
"İşte bu!" diye sevinçle bebeği eline alan minik biricik, "Kızımın adı Şekey Pembe, hani çaya katılan şekeyden!" diyerek halının üzerine oturup ellerini birbirine bağladı. Bir nevi küsmüştü. Tüm bunlar olmadan önce Zeynep ve Selim yorgun düştükleri için uyumak bilmeyen evlatlarını bana emanet edip uyumuşlardı. Evet, Orhan amcanın sözlerinden sonra Zehra ile vakit geçirirsem kafam dağılır diye düşünerek hata yapmıştım. Kafam o kadar yoğundu ki minik yeğenimin bazı harfleri söyleyemediğini unutmuş bu da yetmiyormuş gibi onun koyduğu ismi beğenmemiştim. Bu da minik biriciği küstürmeme yetmişti.
Sonra o uyuyana kadar gönlünü almaya çalışmıştım. Hikaye okumuştum.
Ardından odasındaki fıstık yeşili koltukta ben de nice zorluklarla uyumuştum.
Asıl meseleye gelirsek, Zeynep sabah ona anlattıklarımdan sonra heyecanla Ruveyda'yı aramıştı. Sonra da onunla buluşmak için Zehra'yı bana emanet edip gitmişti. Zehra'yı şirkete götürmek zorunda kalmıştım ve orada beni ne kadar yorabileceğini tahmin etmek zor olmasa gerek.
Zehra ile eve geldiğimde Zeynep çoktan yemekleri yapmıştı. Selim de erkenden gelmişti. Onlar Zehra ile hasret giderdikten sonra yemeğimizi yemiştik. Zeynep'in suskunluğundan bir şeyler sezmiştim ama çok ihtimal vermemiştim açıkçası. Zehra odasında uyurken çaylarımızı içtik.
"Abi ben Ruveyda ile konuştum ama o kesinlikle böyle bir şey istemediğini söyledi. Orhan amca ile de konuşup bu konunun bir daha açılmasının istemediğini söylemiş." demişti tane tane ve üzgünce. Elimdeki ince belli çay bardağını hızla dudaklarımdan çekip kuvvetlice öksürmüştüm. Allah aşkına, aniden söylenecek şey miydi bu?
Selim önceden biliyor olsa gerek bir tepki vermemişti. İkisi de benim diyeceklerimi can kulakla dinliyordu.
Öksürüğüm geçince "İkimiz için de hayırlı değilmiş demek ki." diyerek çayımı içmeye devam etmiştim.
Bu konu hakkında başka bir şey de söylenmemişti. Bu konu benim içinde orada bitmişti.
Sanıyordum.
Orhan amcanın dediği gibi ikimizin de yolunun kesişmesi, kendimce kararlar aldıktan sonra böyle bir konunun dile gelmesi, herkesin bu denli evlenmemi isteyip tam da o zamanda Ruveyda'nın karşıma çıkması, bir insan olarak haliyle beni de düşündürmüştü. Belki de hayırlısıydı Ruveyda, diyerek gözlerimi kapatmıştım Zehra'nın odasındaki fıstık yeşili koltukta uyumadan önce.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Rabbini Kalbinde Hisset
SpiritualÖlüm! O nasıl bir boşluktu öyle? Ölümle yüz yüze gelmişti Stef. Şimdi iki seçenek vardı. Ya candı ya da canandı. Verdiği karar, canını seçerken cananını da kazandırdı. Ah... Kim derdi ki... Karanlıktaydı. Zifiri karanlık bir boşluktaydı. Ardından...