Mutsuz oldum diye kendini yıprattın,
Unutmak mı gerekliydi mutlu günleri?...
Gözlerimi açmak istemiyordum. Yüzüme vuran güneş ışığı sabah olduğunu anlamama yardımcı olsa da ben alarm çalana kadar uyuma tarafındaydım. Gözlerimi açarsam uykum kaçacaktı, biliyordum. Gerçi uykum zaten kaçmıştı ve arkasından tüm müşteriler kovalıyordu. Hangi müşteriler mi? Hani şu çalıştığım mağazaya boş boş gelip beni arkalarında kuyruk gibi gezdirenler...
Yastığı başımın altından ters tarafıyla yüzümü kapattım. Soğuk olduğu için biraz toparlanabilsem de hala kalkmak istemiyordum. İşimden kovulma düşüncesi bile beni kaldıramıyordu. Ah şunun şurasında kaç saat uyumuş olabilirim ki? Dört, beş, en fazla altı... Kapının vurulmasına önce biraz ürksem de, artık evimde benden başka birilerinin yaşadığı bilincine tez varmıştım. Bu beni zorlayacaktı. On dört yaşından beri tek yaşıyordum. Cidden kolay olacağını mı zannetmiştim?
"Gelebilirsin." diye mırıldandım yüzüm yastıkla bir bütün olmuşken.
Kapı açıldığında Selim'in sesini duydum. "Ses duyduğuma eminim de...İnşallah sayıklamıyordun."dediğini zor kavramıştım. "Uyuyorum Selim." dedim uyumaya çalışarak. "Değişik bir uyumaymış." dedi gülerken.
"Hadi Stef, geç kalacaksın."
Geç mi kalacağım? Daha alarm çalmadı ki. Alarm? Ben alarmı kurdum mu ki... Aaıh! Hayır, olamaz, olmamalı! Unutmuştum ve şu an saatin kaç olduğunu deli gibi merak ediyordum. İlk geç kalmam değildi çünkü. Yani az önce iş umurum da değil havaları atıyor gibiysem de bu işten ciddi anlamda kovulmam gerçeğini bağlamazdı.
"Saat kaç Selim?" dedim tamamen endişe içeren ses tonumla.
"Yediyi çok az geçmekte." diye cevapladı. İçten bir oh çekip "Çay suyunu koyar mısın? Geliyorum birazdan." dedim. "Kahvaltı hazır Sami ile seni bekliyoruz, acele et." dedi gülerken. Yastığı başımdan çekip"Sahi mi?" diye merakla sordum. Ne yani kaç yıldan sonra kahvaltımı biri hazırlamıştı ve ben de yiyecek miydim? Vay canına... Bu harika!
"Oh be sonunda bülbül sesini duyabildik. O yastığın altından çıkan sesini duymak bile istemezsin." dedi gülerken. Bende gülüp yastığı ona doğru attım. "Hadi be ordan!"
Bugün günlerden eğlenceli bir sabaha merhabaydı. Bu her ne kadar Pazartesi sabahı olsa bile. Gerçekten uzun zamandır mutlu değilmişim ben ya... Ciddiyim bak!
(...)
Güzel kahvaltının ardından hazırlanmış Sami'yi bekliyordum.
"Sami!" koltuktan kalkıp bir kere daha bağırmıştım. Yaklaşık beş dakikadır hazırlanmasını bekliyordum. Beklemeyi de bilmiyordum ki, bu kadarı bile fazlaydı bana arkadaş!
"Kime süsleniyorsun anlamıyorum ki." diye gülerek konuştu Selim. Bende gülerken merdivenden inen bir adet Sami göründü. Düzeltiyorum, bir adet sinirle bakan Sami. "Bana bak büyük karınca! Zaten geçen ki dingilleri göreceğim diye sinirlerim tepemde, dalga geçme benimle. Ödevi yapamamışım da onunla uğraştım. Af edersiniz." derken her ne kadar öfkeli konuşuyor gibi zannedilse de ayrı bir tonda söylüyordu. Bu gülmemi arttırırken Selim'in de benden bir farkı olmadığını gördüm. Karınca demesi de ayrı meseleydi zaten. Selim'i inceleyip karıncaya benzer bir hali var mı diye düşündüm. Dün gecenin o saatinde çalıştığını düşününce olabilirdi aslında. Ya da saçları kumral bir karıncayı anımsatıyor da olabilir. "Bunlara maalesef alışmalıyız Stef." diyerek gülerken "Alıştım bile." dedim gülmemin arasından.
"Hadi ortak gidelim." diyerek Sami ile birlikte kapıya yöneldik."Anahtarı ben aldım Selim. Kapıyı çeker gidersin artık." dedim gülerken. Selim de onay vermişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Rabbini Kalbinde Hisset
SpirituellesÖlüm! O nasıl bir boşluktu öyle? Ölümle yüz yüze gelmişti Stef. Şimdi iki seçenek vardı. Ya candı ya da canandı. Verdiği karar, canını seçerken cananını da kazandırdı. Ah... Kim derdi ki... Karanlıktaydı. Zifiri karanlık bir boşluktaydı. Ardından...