BÖLÜM 3

114 16 2
                                    

-KEMAL-

Yengesi yine her sabah olduğu gibi serpme kahvaltıyı hazırlamış ekmekleri kızarması için ocağın üstüne dizmişti.  En sevdiği bu ambians, bu kokuydu Kemal için. Ekmeklerin  kokusu odasına kadar  buram buram geliyordu.  Gece kaçta geldiğini ,eve nasıl girdiğini ne ara yattığını hatırlamayacak kadar yorgun uyanmıştı. Yoğun bir mesai onu bekliyordu bugün. Yeni sezon ürünlerinde  birlikte çalışacakları  firma ve stilistlerin belirleneceği bir mülakat yapılacaktı.

Kemal; dayısı ile birlikte  işlettikleri  küçük fakat  piyasaya göre gayet iyi işler çıkardıkları  orta ölçekte bir tekstil atölyesine sahipti. Rahmetli anne ve babasından  miras kalan tek ve yegâne olan bu yer babasının ortacı olarak girdiği  Yahudi asıllı İsokhor 'a ait atölyeydi. İsokhor'un  babasındaki  beceri ve ışığı  görmesiyle  öldükten sonra devrettiği kıymetli işyeriydi. Çalışkan bir musevi olan İsokhor, hiç evlenmemiş hep yalnız yaşamıştı. Ömrü, sırf zengin ve durumu iyi olduğundan yanına yaklaşıp kendisini kandırarak  evlenmeye ikna etmeye çalışan kadınları redderek geçmişti. Dolayısıyla evlenmekten vazgeçmiş çocuğuda olmamıştı. Kemal'in rahmetli babasını yanına ortacı çırağı olarak işe almış,  kendi manevi oğlu gibi görerek mesleğin tüm ince ayrıntı ve detaylarını öğretmekle kalmamış dürüstlüğünden mütevellit iş yerini de daha ölmeden üzerine yapmıştı. Yıllar yıllar sonrada babasından kalan bu yeri Kemal ve dayısı çok iyi yerlere getirmişlerdi.
Kemal; otuz yaşına gelmesine üvey dayısı  ve yengesinin  ona her türlü özgürlüğü vermelerine rağmen ayrı eve çıkmamıştı. Annesiyle  babasının  geçirdiği talihsiz trafik  kazasının akabininde onu bir dakika dahi yalnız bırakmamış, kendi öz evlatlarından ayırmamış  bu insanlara çok şey borçluydu.  Bu dünyadaki tek akrabası, hatta akrabadan da ötesiydiler. Annesi ve babası olsa bu kadar severdi. Dayı ve yenge olarak hitap etmesi sembolikti sadece. Onları öz annesi ve babası gibi görüyordu. Hastalandığında sabahlara kadar ateşi düşsün diye başında az beklememişler, okula başladığı ilk yıl neredeyse bir ay hergün onunla birlikte okula gidip gelmişler, askerliği boyunca teskeresini alana kadar her telefon görüşmelerinde karşılıklı ağlaşmışlardı. Bir dediğini iki etmemişler, bayramlıklar , yıl sonu karne hediyesi bisikletler, kuzeniyle beraber ona da alınmıştı.

Dayı yeğen ilişkilerinden öteydi onlarınkisi. Hem iyi bir baba hem iyi bir abi hemde iyi bir patron olmuştu. Her derdini tasasını  ilk anlattığı akıl danıştığıydı. Arkadaşlarıyla bile paylaşamadığı şeyleri gider önce dayısına anlatır ona göre hareket ederdi. Onu hep rol model olarak görmüş mentorluğundan  olumlu dersler çıkarmıştı. Kuzeni Nazım  ile ilişkisi ise dayısının aksine yok denecek kadar azdı. Çocukkende çok araları paylaşımları yoktu. Büyüdükten sonrada bu durum böyle devam etmişti. Esasında birbirlerinden pek haz ettikleride söylenemezdi. Nazım , Kemal'in aksine annesi Muradiye ve babası Nazif'e hep karşı gelmiş saygısız davranmıştı. Bitmek bilmeyen ergenvari davranışları ve bir türlü olgunlaşmaması Kemal'i sinir eder çok kızdırırdı. Hatta bir keresinde ortada hiçbir sebep yokken alkollü eve geldiği bir gece babasının üstüne yürümüş bağırıp çağırmıştı. Evladının bu davranışına karşı çaresiz kalan ve düştüğü acizlikten dolayı ses çıkaramayan Nazif'in ağlaması üzerine Kemal daha fazla sinirlerine hakim olamamış Nazım'ı bir güzel pataklamıştı. Ailesiyle bir türlü yıldızı barışmayan Nazım, belli bir süre sonra iş bahanesiyle yurt dışına gitmiş zoraki olan dialogları bu sayede tümden kesilmişti.

Tıraş olup üstünü giyindiği sırada Nazif dayısının; ''Kemal haydi sofraya oturuyoruz. ''diyerek seslenmesiyle bir hayli geciktiğini anladı.Apar topar ceketini alıp salona yanlarına indi.
Dayısı hergün yaptığı gibi bugünde iltifata boğuyordu.
''Yakışıklı yine yakıyorsun ortalığı.''
Kemal her zaman ki gibi yarım ağız utangaç bir tebessümle  karşılık verdi.
''Kimin yeğeniyim olsun o kadar. Hem atalarımız bile oğlan dayıya kız halaya dememişlermiydi.''
''Görüyormusun Muradiye, dayısına toz kondurmuyor.''
"Kondurmaz tabi. Çok seviyor seni."
''Kemalciğim bugün kaç adayımız gelecek biliyor musun?''

Yengesi Muradiye, sofrada iş konuşmalarından pek haz etmezdi. Aksi gibi kocası Nazif de sofrada hep işten bahseder sabah kahvaltısında gün içinde yapılacakları, akşam yemeğinde ise yarınki plânlamaları konuşmak isterdi. İş konusunun dallanıp budaklanmasına izin vermek istemeyen yengesi araya girer dikkatleri yemeğe getirirdi. Yine aynı şekilde araya girerek konuyu dağıtmaya çalışmıştı.
''Hadi bırakında gevezeliği başlayın artık kahvaltıya.Yumurtalar soğumasın. Zaten iki lokma ya yiyor ya yemiyor oyalama çocuğu.''
Bu aşamada arayı bulmak  yine Kemal'e düşmüş, soğuk havayı hemen dağıttıktan sonra iki tarafında gönlünü almıştı.
"Yok yengeciğim yerim sen merak etme."
Kemal, yengesini telkin etmesinin ardından tekrar dayısına dönerek sorusunu cevapladı.
''İnsan Kaynakları Danışmanlık firmasından aldığım bilgiye göre on aday ile  görüşeceğiz.''
''Neden o kadar az?''
''Esasında ilanımıza yüzlerce hatta binlerce başvuru yapıldı. İnsan Kaynakları firması ön elemeleri yaparak aradığımız kriterlerdeki en iyi son  adayları görüşmemiz için belirledi. O yüzden az gözüküyor.''
''Anladım oğlum. Şirketimiz için en iyisi en  hayırlısı hangisi olacaksa o olsun. Geçtiğimiz seneyi aratmayıp biraz daha kotayı artırabilirsek hiç fena olmaz. Farklı pazarlara girme şansımızda o ölçekte artar. Malum atölyeyi Şişli'ye  yeni taşıdık. Dekoruydu dizaynıydı, kirası reklam giderleriydi derken maliyetlerde kârımızla aynı ölçüde arttı.'' 
''Dayı; sen hiç merak etme, için rahat olsun. Her türlü planlamayı yapıyorum. Nakit giriş çıkışları,maliyetler, gelir gider kalemleri hepsi kontrolümde.''

Nazif, Kemal'e kendi oğlundan bile daha çok güveniyordu. En iyi okullarda tahsil yapıp en iyi eğitimleri almasının yanısıra Kemal'in doğuştan sahip olduğu ticaret zekasını görüyor ve başarılı olacağına inanıyordu. İş ile ilgili alacağı kararlarda ona danışmadan hiçbir işi onaylamaz,  ondan habersiz en ufak bir karar bile almazdı. Herşeyden haberdar eder atacağı adımları ona göre belirlerdi.
''Allah utandırmasın oğlum.'' diyerek yine desteklemiş, hep bir ağızdan 'Amin' denildikten sonra kahvaltılarını tamamlayıp meşakatli birgüne başlamak üzere Muradiye ile vedalaşıp yola çıkmışlardı.''

                                        ***

KİRAZ AĞACI 🍒Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin