"Dünya dönüyordu ama dünyam dönmüyordu."
Bu, bir silah sesiydi.
Mert, yukarı kata doğru koşmaya başlarken, Yalçın oturma gurubundaki masanın altını açtı.
Masanın, çekmecesi değilde cephane gibiydi sanki. Farklı renklerde, çeşit çeşit silahlar ve bir miktar para vardı. Silahları anlamaya çalışsam bile, paranın oradaki amacını anlayamamıştım.
Silah sesleri, geçen her saniyede daha da artıyordu. Korkudan, elim ayağım titriyordu ama bunu belli etmek istemiyordum. Alay konusu olamazdım.
Yalçın onları, oyuncak silahmış gibi teker teker herkese, tutması için atarken, ya da fırlatırken, bana bakıp durmuştu.
"Silah kullanmayı biliyor musun?"
Bilmiyordum.
"Almadan önce sorsaydınız bu soruları." Evet, bu ses Mert ile beraber, aşağıya inen Sude'den geliyordu.
Deminki dayak, ona yetmemişti anlaşılan.
"Kavganın sırası değil. Sizinle uğraşamayız şu an."
"Biliyorum." Demem ile herkesin bakışları Mert'ten, bana dönmüştü.
Gerizekalı gibi sırf inada bindim diye hayatımı bitirecektim. Şimdiden pişman olmuştum ama artık çok geçti. Çünkü Mert, çoktan silahı elime tutuşturmuştu.
Herkes bir yere doğru dağılırken, ben bulunduğum yerden, kıpırdayamıyordum.
"Derin, mutfak kapısından dışarı çıkıp, direkt arabaya biniyoruz. Sude, sen ve Yalçın berbarsiniz, Uzay sen çıkmadan önce, Demir'e haber veriyorsun." Dedi ve kolumdan tutup, beni mutfağa doğru sürüklemeye başladı.
Bu çocuğun, kolumla derdi neydi böyle?
Mutfağa girdiğimiz anda silah sesleri, hem yakınlaşmaya, hem de artmaya başlamıştı.
Ateş, silahını yukarı doğru kaldırarak, elimi bırakmadan hızla yürümeye başladı.
"Kapıyı açtığım anda, arabaya doğru koşucaksın." Dedi ve arabanın anahtarını resmen yüzüme fırlattı. Neyse ki havada tutabilmiştim.
Kafamı sallamakla yetinmiştim. Aksi taktirde ya onlar beni öldürecek ya da ben onları öldürmeye çalışırken kendimi öldürecektim.
Kapıyı açtığı anda ben koşmaya başladım. Dört bir yanımız, yüzleri belli olmayan, siyah maskeli adamlarla dolmuşken, bizim elimizde sadece birer silah vardı.
Ön bahçedeki silah seslerinin artmaya başlamasıyla, onlarında çatışmaya başladığını anladım. Pavyona düşsem, benim için daha iyi olurdu.
Ateş etraftaki, adamları korunarak, vurmaya çalışsa bile, sayıca bizden çok daha fazla oldukları için bu imkansızdı. Silah sesleri, kulağımı sağır ederken, ben kör bir kurşuna denk gelmekten korkmadan, arabaya doğru koşuyordum. Hangi cesaretle, kurşunların içinde koşuyordum bende bilmiyordum ama umarım ölmezdim. Çünkü daha intikam alacağım çok insan vardı.
Sonunda, arabanın önünde durabilmiştim. Arabanın kapısını açtığında anda, bir el kapının kolundan tuttmuştu. Kafamı kaldırdığımda, siyah maskeli bir adamla göz göze geldim.
Sağ elindeki silahı havada tutmuş, aşağıya doğru sarkıtırken, öbür eliyle de arabanın kapı kolunu tutuyordu.
Elimdeki silahı fark etmişmiydi bilmiyorum ama tecrübesiz olduğumdan emin olmalıydı. Bunu sadece beni takamdan, elindeki silahı, oyun oynar gibi aşağıya sarkıtmasından anlayabilmiştim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KARANLIĞIN 6. RENGİ
Genel KurguAğlamamak için tek kelime bile etmeden, Yalçın'ın indirdiği camdan, dışarıyı izlemeye başladım. Ağzımı açsam, hıçkıra hıçkıra ağlayacağımı bildiğim için susmayı tercih etmiştim. Onlar kendi aralarında, bağırıp çağırıyorlardı ama benim kulağım hiçbi...