Ilık rüzgar esintisi usul usul bedenime nüfuz ederken uçuşan siyah saçlarım öne doğru savrulduğu için görüş açımı kapatmaya başlamıştı. Saçlarımın bu şekilde savrulmasını çok seviyordum bir zamanlar ancak şuanda düşündüğüm tek şey rüzgarda uçuşan teller değil de rüzgardan dolayı kayıp gidecek olan siyahlıklardan ibaretti.
Düşüncelerim de bu şekilde zamanla değişivermişti. Korkularım artık eskisi gibi değildi. Siyah görmek her zaman beni ürpertirken artık başka renklerin olabileceği düşüncesi bile kavramını yitirmiş gibiydi.
Hayatın yalnızca siyah, gri veya beyazdan ibaret olduğunu da zannederdim. Çünkü bu şekilde öğretilmişti. Halbuki yaşantılar ne siyah ne gri ne de beyazlıklardan sebebiyet verirdi.
Yaşanmışlıklar yalnızca tek bir rengin sahibiydi. Hiçlik. Belki de hiç duyulmamış olabilirdi ancak her bir kimsenin kendine ait olan bu renk hiçliğin aslında vücut bulmuş haliydi.
Bilinmiyordu kimse tarafından. Yalnızca kişilere ait olabilirdi. Benzeri yoktu ya da duyulmuş değillerdi. Zaten duyulmuş olsaydı hiçliğin bir rengi de olmazdı.
Gördüğümüz her şey, örneğin siyah. Birer renkten birer duygunun yansımasından ibaret olduğunu hemen hemen herkes bilebilirdi çünkü bu şekilde ya bir yerden görmüşüzdür ya da hiç istemesek de karanlık sokaklardan en az bir kere geçmişizdir.
Ancak hiçlik öyle bir şey değildir. Bunu ne bir kimse aynı anda görmüştür ne de herkes tarafından bu duygu tadılmıştır. Yalnızca yaşadığınız veya yaşayamadığınız şeyler doğrultusunda şekil alır.
Ve her birimizin acıları, sevinçleri, hayal kırıklıkları ne siyah ne gri ne de beyazdır. Duygular ve yaşantılar yalnızca hiçlikten ibarettir.
Ben de zamanla bu şekilde rengimi bulmuştum. Benim ki sevindiğinde rengi açılanlardan ya da üzüldüğünde kendisini kapatanlardan değildi. Benim hiçliğim bendim.
Bir daha ne kurumuş topraklarımda çiçek açardı ne de yüreğimdeki fırtınılardan tekrardan bir hortum yıkmak pahasına savurup dururdu beni.Ruhum ölüydü benim. Ölü bir ruh ne mücadele ederdi ne de var olmak için küçük bir neden arardı kendisine. Yalnızca beklerdi. Ruhu gibi bedeninin de ondan yavaş yavaş koparılmasını.
Zaten bunun için vardım. Yaklaşmıştım da. Belki acılarımla belki sevinçlerimle belki de hiç yaşayamadığım duygularımla. Ama eninde sonunda ruhum gibi ben de terk edecektim kendimi.
İçimde yer kaplayan o boğucu sızı bedenimi yavaş yavaş etkisi altına alırken düşüncelerim eşliğinde içime derin bir nefes çekerek sağ elimi öne doğru gelen saçlarıma yerleştirerek hızlıca kulağımın arkasına saklamıştım.
Adımlarım bugün beni son kez geldiğim şirketin önüne doğru ilerletirken bu kararın benim için en doğru şey olduğunu da biliyordum. Bugün bu şirkete bir daha adımı atmayacaktım çünkü istifa etmek için gelmiştim.
Onu dün görmüştüm ancak sanki her gün görüyormuş gibiydim. Hiçbir şey yabancı gelmiyordu. Alışkanlık kavramını bu sayede de çok iyi anlamıştım.
Bir daha yüzleşmek istemiyordum. Yaşadığım onlarca acı hala daha tazeyken bir kez daha bu duyguları yaşarsam neler olabileceğini çok iyi biliyordum.
İyi değildim. Hasta bir beden, ölü bir ruha sahiptim. Eğer kaldırabileceğimi düşünseydim tıpkı yaşadığım her şey gibi bununla da mücadele ederdim. Fakat artık o da imkansızdı benim için.
Yalnızca istifamı verip bir an önce ortadan kaybolmak istiyordum. Zaten beni görmemesi o'nun için daha iyi olurdu. Çünkü kurduğu yeni düzeni bozmak gibi bir düşüncem yoktu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ACIVÂRİS
Action"Sen beni terk edip kendine yeni bir yuva kurarken benim yuva kuracağım bir ailem yoktu. Senin her zaman yanında olan bir sürü insan vardı!! Ben burada kalmakla yetinebildim sadece. Acımı bile kimseyle paylaşamadım ben. İşte aramızdaki en büyük fark...