14.Bölüm: YAKINLAŞMA

2.3K 69 13
                                    

Kafamı önümdeki kitaptan kaldırarak elime telefonumu aldım. Çalışmaya başlamadan önce kurduğum kronometreye gözlerimi çevirdiğimde ise kısa süreli bir şok beni bekliyordu.

Bir saat otuz altı dakika.

Oysa ben bu masanın başına oturalı nereden baksan bir üç saat olmuştur. Ders çalışmak neden bu kadar zordu? Çalış çalış bitmiyordu. Daha kötü olanı ise çalıştığım kısımları iki saniye sonra unutmamdı. İçimden ettiğim isyanlara gülüp ayağa kalktım. Erkenden kalkıp ders çalışmak pek iyi bir fikir değildi. Ama şöyle sert bir kahve günü kurtarabilirdi.

Hemen birkaç adım ilerimde olan tezgaha geçip kahve makinesi olmadığı için cezve aramaya koyuldum. Kahve makinesi olmayan ev mi kalmıştı artık? Ali Ender çok sık kahve içmiyor olmalıydı ki gerek duymamıştı.

Birkaç deneme yanılmadan sonra cezvenin bulunduğu rafa denk gelmiştim sonunda. Alışveriş yaparken bol bol stokladığım kahve paketlerinden birini elime alıp açtığımda mis gibi kokusu tüm mutfağa yayıldı.

Evet mutfakta ders çalışıyordum. Evde bulunan kısıtlı sayıdaki masalardan biri de mutfaktaki yemek masasıydı. Ali Ender'in çalışma odası ona yetiyor olmalıydı ki başka bir çalışma masasına gerek duymamıştı. Çalışmak için fena sayılmazdı ama üzerine o kadar yayılmıştım ki bir süre yemeği burada yiyemeyecektik belki de.

Okulum yıllık sistem olduğu için birinci dönem vizeleri, ikinci dönem de finalleri oluyorduk. Şimdilerde de ikinci dönemin sonuna yaklaşmışken sınavlara az bir vakit kalmıştı. Hayatım bir süredir tepetaklak olduğundan dersleri de epey bir asmıştım. Özellikle İrem'in vefatı... Aklıma düşmesiyle içim buruklaştı. Bu durumun da önünü ardını araştıracaktım elbette. Pes etmiş değildim. Kimse yıldıramazdı beni. Sadece bir süre okuluma odaklanmam gerekiyordu.

Mutfakta yine sınırlı sayıdaki kupalardan siyah bir tanesini alıp içine cezvede şipşak pişirdiğim kaynar kahveyi boşalttım. Dayanamadan bir yudum almak istedim, dilime değen sıvıyla haşlandım. Yine de buna değerdi.

Tekrar masanın başına döndüğümde bu dönemin en sıkıcı dersi olan Mesleki İngilizce dersinin kitabıyla bakışmaya başladım. Ben kitaba bakıyordum kitap da bana.

İngilizcem mükemmel sayılmazdı ama idare ederdi işte. Mesleki İngilizce ise bambaşka bir konuydu. Karınca duası gibi yazılmış küçük puntolu harflere odaklanmaya çalışırken aklıma Ali Ender'le olan Rusça öğrenme anlaşmamız geldi. Rusça'yı nereden öğrenmişti ki acaba? Bildiği başka diller de var mıydı?

O gün bunları sormaya kalmadan telefonu tekrar çalmış, ardından da işi olduğunu söyleyip gitmişti. Ben de akşama kadar annemlerle oturmuş, akşam da babam ve Emir'i görüp buraya dönmüştüm. Beni Soner bırakmıştı. Uykum o kadar derindi ki Ali Ender'in gelip gelmediğini bile anlayamamıştım.

Bugün de sınıf grubuna atılan sınav takvimiyle birden tutuşmuştum. Umarım konuları yetiştirebilirdim.

🏵️

Genç adam masanın üzerindeki dosyaları incelerken bir yandan da Soner'i dinliyordu. "Abi sen kararlı mısın Doğan Yücel'le iş yapmaya?

"Soner," dedi sadece gözlerini çevirerek. "Söz verdik oğlum, verilen sözden dönülür mü?"

Tereddüt ediyormuş gibi konuştu Soner. "Abi ben de onu diyorum işte. Söz verdik de iyi mi yaptık kötü mü yaptık bilmiyorum."

"Bilmeyecek bir şey yok Soner. Zorundayız. Acar piçinin attığı kazıktan sonra... Mecburuz."

KAİROS Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin