2

2.4K 21 7
                                    

  Lanet olsun! Ben ve iki sol ayağım! Bay Grey'in ofisinin kapısında ellerimin ve dizlerimin üstünde duruyordum ve nazik eller beni tutmuş kalkmama yardım ediyordu. O kadar utanmıştım ki.

  Lanet olası sarsaklığım. Başımı kaldırıp bakmak için kendimi zorlamam gerekti.
Aman Tanrım... o kadar gençti ki.

"Bay Steele." Ben iyice doğrulunca, uzun parmaklı elini bana uzattı.
"Adım Christian Grey. İyi misiniz? Oturmak ister misiniz?"

  Çok genç... ve çekiciydi, hem de çok çekici. Uzun boyluydu; üzerindeki şık gri takım elbise, beyaz gömlek ve siyah kravatı, koyu bakır rengi saçlar ve bana kurnazlıkla bakan, yoğun, parlak
gri gözler tamamlıyordu. Sesimi bulmam birkaç saniyemi aldım.

"Şey... Aslında..." diye geveledim. Eğer bu adam otuzun üstündeyse, ben de bir maymunun amcasıydım. Sersemlemiş halde elimi uzattım ve el sıkıştık. Parmaklarımız temas edince, iç gıdıklayıcı bir ürperti duydum. Utanarak, hızla elimi geri çektim. Statik olsa gerekti. Gözlerimi hızlı hızlı kırpıştırırken, göz kapaklarım kalp
atışlarıma ayak uydurmuştu.
"Bayan Kavanagh rahatsızlandığı için beni gönderdi. Umarım sizin için sakıncası yoktur, Bay Grey."
"Ve sizin adınız?" Sesi sıcak, belki eğlenir gibiydi, ama duygusuz ifadesinden tam olarak kestirmek güçtü. İlgili gibiydi, ama her şeyden öte, kibardı.
"Aaron Steele, Kate'le birlikte... hmm... Katherine'le, Bayan Kavanagh'la birlikte, WSY Vancouver'da İngiliz Edebiyatı okuyorum."

"Anlıyorum," demekle yetindi. İfadesinde bir gülümseme görür
gibi oldum, ama emin olamadım.

"Oturmak ister misiniz?" Eliyle L biçiminde beyaz deri kanepeyi işaret etti.

Ofisi bir kişi için fazla büyüktü. Boydan boya camların önünde, altı kişinin rahatça yemek yiyebileceği büyüklükte, koyu renk ahşap bir masa duruyordu. Masa ve kanepenin önündeki sehpa takımdı. Geri kalan her şey -tavan, yer ve kapının yanındaki, bir kare oluşturacak şekilde düzenlenmiş otuz altı küçük resimden oluşan bir
mozaiğin kapladığı duvarın dışında kalan bütün duvarlar-beyazdı.

  Bunlar enfes resimlerdi, bir dizi dünyevi, unutulmuş nesne öylesine
detaylı resmedilmişti ki fotoğraftan farksızdılar. Bir arada sergilenirken nefes kesiyorlardı. Bakışımı yakalayan Grey, "Yerel bir ressam,” dedi. “Truton.”
Dikkatim o ve resimler sayesinde dağılmış halde,

"Çok hoşlar,"dedim. "Sıradanı sıra dışılığa yüceltmişler." Başını yana eğerek bana dikkatle baktı.
Yumuşak bir sesle, "Size daha fazla katılamazdım, Bay Steele," diye yanıtladı ve nedense kızardığımı hissettim. Resimler dışında, ofis soğuk, temiz ve kliniğimsiydi. Karşımdaki
beyaz deri koltuklardan birine çöken Adonis'in kişiliğini yansıtıp yansıtmadığını merak etim..

  Düşüncelerimin saptığı istikametten
rahatsız olarak başımı salladım ve sırt çantamdan Kate'in sorularını çıkardım. Sonra, dijital kayıt cihazını kurdum ve parmaklarım birbirine dolandığı için, cihazı iki kez önümdeki sehpaya düşürdüm.

   Ben gittikçe daha fazla utanıp kıpkırmızı kesilirken Bay Grey hiçbir
şey demeden sabırla -umarım- bekliyordu. Sonunda ona bakacak
cesareti topladığımda, bir eli gevşek bir halde kucağında, uzun işaret parmağını dudaklarının üstünde dolaştırdığı diğeriyse çenesinde, beni izliyordu. Gülümsemesini bastırmaya çalıştığını düşündüm.

"Ö-özür dilerim," diye geveledim. "Buna alışık değilim."

"Acele etmeyin, Bay Steele," dedi.

"Cevaplarınızı kaydetmemin bir sakıncası olur mu?"

"Kayıt cihazını kurmak için girdiğiniz onca zahmetten sonra, şimdi mi soruyorsunuz?"

  Kıpkırmızı oldum. Benimle alay mı ediyordu? Öyle olmasını umuyordum. Ne diyeceğimi bilemeyerek gözlerimi kırpıştırdım ve sanırım bana acımış olacak ki, yumuşadı.

Grinin Elli Tonu (+18)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin