Gözlerimizi birbirimize sabitlemiş halde otururken, ikimiz de yemeklerimize el sürmüyorduk.
"Yani bekârlık yemini falan etmedin," diye soludum. Gözleri parladı.
"Hayır, Aaron, etmedim." Bu bilgiyi sindirmem için kısa bir an duraksadı ve ben kıpkırmızı oldum. Ağzımla beynim arasındaki filtre yine bozulmuştu. Bunu yüksek sesle söylediğime inanamıyordum. Alçak sesle,
"Önümüzdeki birkaç gün için planların ne?" diye sordu.
"Bugün, öğleden itibaren çalışıyorum. Saat kaç?"” Birden paniğe kapılmıştım.
"Henüz onu biraz geçiyor. Bol bol zamanın var. Yarına ne dersin?" Dirseklerini masaya yaslamıştı ve çenesi, sivri bir çan kulesi gibi birleştirdiği uzun parmaklarının ucunda duruyordu.
"Kate'le toplanmaya başlayacağız. Önümüzdeki hafta sonu Seattle'a taşınıyoruz ve bu hafta boyunca Clayton's'ta çalışıyorum."
"Seattle'da yeriniz var mı?”
"Evet."
"Nerede?"
"Adresi hatırlamıyorum. Pike Market Bölgesi'nde."
"Bana uzak değil." Gülümsedi.
"Seattle'da iş olarak ne yapacaksın?"
Bütün bu sorularla nereye varmaya çalışıyordu? Christian Grey sorgusu da en az Katherine Kavanagh sorgusu kadar sinir bozucuydu."Birkaç stajyerlik başvurusu yaptım. Haber bekliyorum."
"Önerdiğim gibi benim şirketime de başvurdun mu?"
Kızardım... Elbette ki hayır."Imm... Hayır.”
"Benim şirketimin nesi var?"
"Şirketinin mi varlığının mı?" Pis pis sırıtıyordum.
"Bana sırıtıyor musunuz yoksa, Bay Steele?" Başım yana eğdi ve eğlenir gibi göründüğünü düşündüm, ama ayırt etmesi güçtü. Kızararak, yenmemiş kahvaltıma baktım. Bu ses tonunu
kullanırken ona bakamazdım.
Esrarengiz bir sesle,“O dudağı ısırmak isterdim," diye fısıldadı. Alt dudağımı dişlemekte olduğumdan tamamen habersiz, iç
geçirdim ve ağzım aralandı. Bu, bana söylenen en seksi şey olmalıydı. Kalp atışlarım hızlandı ve sanırım nefes nefese kalmıştım.Tanrım, titriyordum ve allak bullak haldeydim, üstelik henüz bana elini bile sürmemişti. Sandalyemde kıpırdanarak koyu bakışlarına karşılık verdim.
"Neden ısırmıyorsun?" diye usulca meyan okudum.
“Çünkü sana elimi sürmeyeceğim, Aaron. Yazılı rızanı alana dek, sana dokunmayacağım." Dudaklarında bir gülümseme iması belirmişti.
Ne?
"Ne demek bu?"
"Tam olarak söylediğim şey demek." İç geçirdi ve eğlenerek ama biraz çileden çıkmış halde kafasını salladı.
"Sana göstermem gerek, Aaron. Bu akşam işten kaçta çıkıyorsun?”
"Sekiz gibi."
"Bu akşam ya da önümüzdeki cumartesi benim evime yemeğe
gidebiliriz. O zaman seni gerçeklerle tanıştırırım. Tercih sana kalmış.""Neden şimdi söyleyemiyorsun?"
"Çünkü kahvaltıdan ve varlığından keyif alıyorum. Bilgilendiğin zaman, büyük olasılıkla beni bir daha görmek isteyeceksin."
Bu da ne demek? Küçük çocukları, gezegenin Tanrı'nın unuttuğu bir köşesinde fuhuşta mı çalıştırıyordu? Bir yeraltı suç örgütünün parçası falan mıydı? Bu, bu kadar zengin olmasını açıklardı. Derin bir dinî bağlılığı mı vardı? İktidarsız mıydı? Elbette hayır, bunu bana hemen burada ispatlayabilirdi. Olasılıkları düşünürken kıpkırmızı kesilmiştim. Bu şekilde hiçbir yere varamıyordum. Christian Grey'i oluşturan bulmacayı bir an önce çözmek istiyordum. Bu, sırrının
onu daha fazla tanımayı istemeyeceğim kadar iğrenç olması anlamına da gelse, dürüstçe, rahatlamış olurdum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Grinin Elli Tonu (+18)
Romance+18 cinsel ögeler barındırır! Kendi kendime tekrarladım. " Sakin ol Aaron bu sadece bir röportaj."