6

1.5K 15 0
                                    


Kalp sektesi.

"Bay  Steele. Ne hoş bir sürpriz." Bakışları sabit ve yoğundu.
Lanet olsun. Dağınık saçları, krem rengi kaba örgülü kazağı, kot pantolonu ve yürüyüş botlarıyla burada ne halt ediyordu? Sanırım ağzım açık kalmıştı ve ne beynimin ne de sesimin yerini
bulamıyordum.

"Bay Grey," diye fısıldadım çünkü elimden ancak bu kadarı geliyordu.

Özel bir şakanın tadını çıkarır gibi, dudaklarında belli belirsiz bir gülümseme vardı ve gözleri muzip bir ışıltıyla aydınlanmıştı.

Açıklamak ister gibi,
“Buralardaydım," dedi. “Birkaç şey satın almam gerekiyordu. Sizi tekrar görmek büyük keyif, Bay Steele."

Sesi erimiş karamelli bitter çikolata gibi sıcak ve boğuktu... ya da her neyse işte. Aklımı başıma toplamak için kafamı salladım. Kalbim çılgın
bir tempoyla gümbür gümbür atıyordu ve sabit bakışları altında, nedense, deli gibi kızarmıştım. Onu görmek beni kelimenin tam anlamıyla allak bullak etmişti. Ona dair hatırladıklarım, Grey'
haksızlıktı. Sadece yakışıklı değildi; erkeksi güzelliğin somut örneğiydi; nefes kesiciydi ve buradaydı. Clayton Yapı Marketi'nde. Artık siz düşünün.

  Nihayet bilişsel fonksiyonlarım tekrar eski haline geldi ve bedenimin geri kalanıyla bağlantı kurdu.

"Aaron. Adım, Aaron," diye mırıldandım.
"Size nasıl yardımcı olabilirim, Bay Grey?"
Gülümsedi; işte yine büyük bir sırra sahip biri gibi görünüyordu. O kadar sinir bozucuydu ki. Derin bir nefes alarak, profesyonel ben-yıllardır-bu-mağazada-çalışıyorum tavrımı takındım.
Bunu yapabilirim.

"Birkaç parçaya ihtiyacım var. İlk olarak bir miktar kablo bağı istiyorum," diye mırıldanırken, ifadesi hem serinkanlı hem de eğlenir gibiydi.
Kablo bağı mı?

"Farklı uzunluklarda stoklarımız var. Size göstereyim mi?" diye
mırıldanırken sesim yumuşak ve titrekti. Topla kendini, Steele. Grey'in hayli hoş kaşları hafifçe çatıldı. "Lütfen. Önden buyurun,
Bay Steele," dedi. Tezgâhın ardından çıkarken, umursamaz bir havaya bürünmeyi denedim, ama gerçekte bütün dikkatimi ayaklarımın üstüne yığılmamaya vermiştim. Bacaklarım bir anda jöle kıvamına gelmişti. Bu sabah en iyi kotumu giymeye karar verdiğim
için seviniyordum.

"Sekizinci koridorda, elektrik malzemelerinin oradalar." Sesim
biraz fazla neşeliydi. Başımı kaldırıp ona bakmamla pişman olmam bir oldu.

Lanet olsun; yakışıklıydı.
Uzun parmaklı, güzel ve bakımlı eliyle işaret ederek,
“Önden buyurun," diye mırıldandı.
Kalbim neredeyse beni boğarken -çünkü ağzımdan dışarı firlamaya çalışır gibi gırtlağıma oturmuştu- koridorlardan birinden, elektrik bölümüne doğru ilerledim. Portland'da ne arıyordu? Ve neden burada, Clayton's'taydı? Ve beynimin çok minik ve az kullanılan kısmından -büyük olasılıkla bilinçaltımın takıldığı, omurilik soğanımın yakınında bir yerden- şu düşünce çıkageldi: Buraya seni görmeye geldi.
Mümkün değildi! Bu düşünceyi kafamdan derhal attım. Bu güzel, şehirli adam neden beni görmeye gelsindi ki? Düşüncesi bile akıl dışıydı ve zihnimden derhal kovaladım.

  Parmağımı kapıya falan sıkıştırmışım gibi, fazla yüksek bir sesle, "Portland'a iş için mi geldiniz?" diye sordum. Lanet olsun!
  Biraz serinkanlı olmaya gayret et, Aaron!

   Rahat bir tavırla, "WSU'nun Vancouver'daki çiftçilik bölümünü
ziyaret ediyordum. Vancouver'da kurulu. Şu sıralar orada yapılan
mahsul rotasyonu ve toprak bilimiyle ilgili bir araştırmaya kaynak sağlıyorum," dedi. Bilinçaltım bana pis pis sırıtarak ve dudaklarını büzerek yüksek ve kibirli bir sesle, Gördün mü? Seni bulmak için falan gelmemiş, dedi. Aptalca ve kendini beğenmiş düşüncelerim yüzünden kıpkırmızı kesildim.

Grinin Elli Tonu (+18)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin