18

648 7 0
                                    

   Saniyeler sonra, bembeyaz bir lobideydik. Ortada koyu ahşaptan
yuvarlak bir masa, masanın üstünde inanılmaz büyüklükte bir beyaz çiçek aranjmanı duruyordu. Bütün duvarlarda tablolar asılıydı. Christian çift kanatlı bir kapıyı açtı ve beyazlık, tam karşıda görkemli bir odanın girişinin durduğu geniş koridor boyunca da devam etti.

   Burası tavanı çift kat yükseklikte ana oturma salonuydu. "Kocaman" kelimesi ufak kalıyordu. Uzaktaki duvar camdan ibaretti ve Seattle'a tepeden bakan bir balkona açılıyordu. Sağ tarafta on yetişkinin rahatlıkla oturabileceği U biçiminde, heybetli bir kanepe vardı. Son moda paslanmaz çelikten yapılma ya da belki de platin bile olabilirdi modern bir şömineye bakıyordu.

    Ateş yakılmıştı ve alevleri usulca dans ediyordu. Sol tarafımızda, girişte mutfak kalıyordu. Mutfak koyu ahşap tezgâhlar ve altı kişilik kahvaltı barıyla bembeyazdı. Mutfağın yakınında, cam duvarın önünde, etrafina on altı sandalyenin yerleştirildiği bir yemek masası vardı. Ve köşeye tam boy, parlak siyah bir kuyruklu piyano yerleştirilmişti. Ah, evet. Büyük olasılıkla piyano da çalıyordu. Duvarlarda her biçim ve boyda sanat eserleri vardı. Aslında daire, yaşanacak bir yerden çok sanat galerisine benziyordu.

"Ceketini alabilir miyim?" diye sordu. Başımı iki yana salladım.
Helikopter pistindeki rüzgâr yüzünden hâlâ üşüyordum.

"Bir içki ister misin?" diye sordu. Gözlerimi kırpıştırdım. Dün gecenin üstüne! Komik olmaya mı çalışıyor? Bir an margarita istemeyi düşündüm, ama cesaretim yoktu.

"Bir kadeh beyaz şarap içeceğim. Bana katılmak ister misin?”

"Evet, lütfen," diye mırıldandım.
Bu devasa odanın ortasında kendimi oraya tamamen uyumsuz hissederek dikiliyordum. Cam duvara yürüdüm ve duvarın alt yarısının, kenarlara doğru katlanarak balkona açıldığını fark ettim.

   Geri planda Seattle ışıl ışıl ve capcanlıydı. Mutfağa geri döndüğümde
-cam duvara uzak olduğu için birkaç saniye sürdü- Christian bir şarap şişesini açmakla meşguldü. Ceketini çıkarmıştı.

"Pouilly Fumé senin için uygun mu?"

"Şarap konusunda hiç bilgili değilim, Christian. İyi olacağından
eminim." Sesim yumuşak ve tereddütlüydü. Kalbim gümbürdüyordu.

   Kaçmak istiyordum. Burası ciddi anlamda zengin görünüyordu. Bill Gates tarzı zengin. Burada ne arıyordum? Bilinçaltım manidar bir sırıtışla, Ne aradığını çok iyi biliyorsun, dedi. Evet, Christian Grey'in yatağında olmak istiyordum.

"Al." Elime bir kadeh şarap verdi. Kadehler bile zengin duruyordu. Ağır, modern kristal. Bir yudum aldım. Şarap hafif, ekşi ve lezzetliydi.

"Çok sessizsin ve kızarmıyorsun bile. Aslında sanırım seni hiç bu kadar solgun görmemiştim, Aaron,” diye mırıldandı.

“Aç mısın?"
Başımı salladım.

"Bayağı büyük bir evin varmış."

"Büyük mü?"

"Büyük."

"Büyüktür," diye onaylarken gözleri muzip bir ışıltıyla parlıyordu. Şarabımdan bir yudum daha aldım.

"Çalıyor musun?" Çenemle piyanoyu işaret ettim.

"Evet."

"İyi misin?

"Evet."

"Elbette öyledir. İyi yapamadığın herhangi bir şey var mı?”

"Evet... çok az şey." Şarabından bir yudum daha aldı. Gözlerini benden ayıramıyordu. Geniş odada dönerek etrafımı süzerken gözlerinin beni izlediğini hissedebiliyordum.  “Oda” yanlış kelimeydi. Bu bir oda değildi; başarının bir kanıtıydı.

Grinin Elli Tonu (+18)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin