10

1.1K 9 0
                                    

   Ah... Bu da ne demek? Eşcinseldi.
Röportajda bana yalan söylememişti.
Bir an için arkasından bir açıklama, bu şifreli beyanla ilgili bir ipucu getireceğini sandım, ama öyle olmadı. Gitmem gerekiyordu. Düşüncelerimi toparlamayı denemeliydim. Ondan uzaklaşmalıydım. İleri doğru hamle yaptım, ayağım takıldı ve yola doğru tökezledim.
"Kahretsin, Aaron!" diye haykırdı. Tuttuğu elimi o kadar sert çekti ki, bu tek yönlü yolda ters yönde giden bir bisikletli hızla ve beni kıl payı sıyırarak geçerken, geriye, üstüne düştüm.
Her şey o kadar hızlı olup bitmişti ki bir an düşerken bir sonra kinde kollarının arasındaydım ve beni sımsıkı göğsünde tutuyordu.

  Temiz, sağlıklı kokusunu içime çektim. Yeni yıkanmış çarşaf ve pahalı vücut şampuanı kokuyordu. Baş döndürücüydü. Derin bir nefes aldım.

“İyi misin?” diye fısıldadı. Tek koluyla beni sıkıca sarıp göğsüne bastırırken, diğer elinin parmaklarını usulca yüzümde dolaştırıyor, beni nazik bakışlarla süzerek inceliyordu. Başparmağı alt dudağıma sürtününce nefesi duraksadı. Gözlerimin içine bakıyordu. Bense bir an ya da belki de sonsuza dek, kaygılı, yakıcı bakışlarına tutundum, ama bir süre sonra, dikkatim güzel ağzına çevrildi. Ve yirmi bir yıldır ilk kez, öpülmek istedim.

Ağzım ağzımın üstünde hissetmek.

Öp beni lanet olası, diye yakarıyor, ama kıpırdayamıyordum.

Tuhaf, yabancı bir arzuyla felce uğramış, tam anlamıyla esiriolmuştum. Büyülenmiş gibi, Christian Grey'in ağzına bakıyordum; o da örtülü bakışları ve koyulaşan gözleriyle bana bakıyordu. Her zamankinden daha hızlı soluyordu ve ben nefes alıp vermeyi tümden bırakmıştım. Kollarının arasındayım. Öp beni lütfen. Gözlerini yumdu, derin bir nefes aldı ve sessiz sorumu yanıtlar gibi, başını usulca salladı.

   Gözlerini geri açtığında, yeni bir amaç, çelik bir iradeyle bakıyordu.

"Aaron, benden uzak durmalısın. Ben sana uygun bir adam değilim," diye fısıldadı. Ne? Bu da nereden çıktı şimdi? Bunun kararını ben vermeliydim, değil mi? Kaşlarımı çattım; reddedilmek başımı döndürmüştü.

Usulca, "Nefes al, Aarom, nefes al. Seni ayaklarının üstüne kaldırıp bırakacağım," dedi ve beni yavaşça itti.
Bisikletçinin kıl payı ıskalaması ve Christian'ın baş döndüren yakınlığının neden olduğu adrenalin hücumu beni heyecan içinde ve güçsüz bırakmıştı. Christian geri çekilip beni kendisinden mahrum bırakırken ruhum HAYIR! diye haykırıyordu. Omuzlarımdaki elleriyle
beni bir kol mesafesinde tutarken, tepkilerimi dikkatle izliyordu. Ve tek düşünebildiğim öpülmek istediğim, bunu hayli belli ettiğim ve Christian'ın bunu yapmadığıydı. Beni istemiyor.

Beni gerçekten istemiyordu. Bu kahve sabahını tamamen berbat etmiştim.
Sonunda sesimi bularak,
"Anladım," diye fısıldadım. "Teşekkürler," diye mırıldanırken, baştan ayağa aşağılanmaya batmıştım.

  Aramızdaki durumu nasıl bu kadar yanlış yorumlayabilmiştim? Ondan uzaklaşmam gerekiyordu.

“Ne için?” Kaşları çatıldı. Ellerini üzerimden çekmemişti.

"Beni kurtardığın için,” diye fısıldadım.
"O aptal yanlış yönde gidiyordu. Burada olduğuma seviniyorum. Sana ne olabileceğini düşününce içim ürperiyor. Otele gelip biraz oturmak ister misin?" Beni bırakıp ellerini iki yanına indirdi. Bense kendimi tam bir aptal gibi hissederek karşısında dikiliyordum.

  Silkinerek zihnimi temizledim. Tek istediğim gitmekti. Belirsiz ve söze dökülmemiş umutlarım yerle bir olmuştu. Beni istemiyordu. Kendimi azarladım. Ne sanıyordum ki?

  Bilinçaltım, Christian Grey'in
seninle ne işi olabilirdi ki, diye alay ediyordu. Kollarımla bedenimi sararak yola döndüm ve yeşil adamın belirmiş olmasına sevindim.

  Grey'in arkamda olduğunun bilinciyle hızla karşıya geçtim. Otelin önünde yüzümü ona döndüm, ama gözlerine bakamıyordum.

"Çay ve fotoğraf çekimi için teşekkürler," diye mırıldandım.

"Aaron... ben..." Durdu. Sesindeki sıkıntı dikkatimi çekmişti;
istemeyerek de olsa, ona baktım. Elini saçlarının arasından kaydırırken, gri gözleri kasvetliydi. Dağılmış ve bunalmış görünüyordu;
ifadesi katıydı ve dikkatli kontrolü buharlaşmıştı sanki.

  Hiçbir şey söylememesinin üstüne, "Ne, Christian?" diye çıkıştim. Gitmek istiyordum. Savunmasız, yaralı gururumu buradan götürmeli, onu bir şekilde iyileştirmeliydim.

"Sınavlarında bol şans," diye mırıldandı.

Ha? Bu kadar perişan görünmesi bu yüzden miydi? Beni böyle mi postalayacaktı? Sadece sınavlarımda bol şans dileyerek?

"Teşekkürler." Sesimdeki alaycılığa engel olamadım.
“Güle güle, Bay Grey." Tökezlemememe biraz şaşırarak topuklarımın üstünde
döndüm ve ona ikinci bir bakış atmadan yer altı garajı istikametinde, kaldırım boyunca ilerledim. Solgun floresan ışığıyla aydınlatılmış garajın karanlık ve soğuğuna girince, duvara yaslandım ve başımı ellerimin arasına aldım.

  Ne sanmıştım? Gözlerimde davetsiz, istenmeyen yaşlar birikmişti.

  Neden ağlıyordum? Bu manasız tepki yüzünden kendime kızarak yere
çöktüm. Dizlerimi karnıma çekerek dertop oldum. Kendimi olabildiğince ufaltmak istiyordum. Belki bu abuk subuk acı da küçülürdü. Başımı dizlerimin üstüne yerleştirip aptalca yaşların dökülmesine izin verdim. Hiç sahip olmadığım bir şeyi kaybettiğim için ağlıyordum. Ne saçma. Hiç olmamış bir şeyin, altüst olmuş umutlarımın, hayallerimin ve tadı kaçan beklentilerimin yasını tutmak.
Hiçbir zaman reddedilen tarafta olmamıştım. Tamam... Her zaman basketbol ya da voleybolda en son seçilenlerden biri olmuştum, ama bunu anlıyordum. Koşarken bir yandan da sıçramak ya da top atmak gibi bir şey yapmak bana göre değildi. Her tür spor
sahasında ciddi bir başarısızlık örneğiydim. Ancak romantik anlamda, kendimi hiçbir zaman ortaya sürmemiştim; asla. Ömrüm güvensizlikle geçmişti: Fazla soluk tenliydim, çok sıskaydım, çok pejmürdeydim, koordinasyon duygum sıfırdı; defolar listemin sonu gelmiyordu. Bu yüzden her tür olası hayranı şiddetle geri püskürten kişi olmuştum. Kimya sınıfımda benden
hoşlanan bir çocuk vardı, ama Christian Lanet Olası Grey dışında
ilgimi uyandıran tek bir kişi olmamıştı. Belki de Paul Clayton ve José Rodriguez'in beğenilerine daha nazik yaklaşmalıydım; hoş ikisinin de karanlık bir yerde tek başlarına hıçkırırken bulunmadıklarından
emindim. Belki de sadece sıkı bir ağlamaya ihtiyacım vardı. Kollarını göğsünde kavuşturup ağırlığını tek bacağına veren bilinçaltım, diğer ayağım sıkkın bir tavırla yere vurarak.

   Kes! Kes şunu, diye bağırdı. Arabana bin, evine dön, dersini çalış. Onu unut...
Hemen! Ve bütün bu kendine acıma ve sallanıp durma saçmalığına bir son ver.
Derin, yatıştırıcı bir nefes alıp ayağa kalktım. Topla kendini, Steele. Yüzümdeki yaşları silerek Kate'in arabasına yürüdüm. Onu bir daha asla düşünmeyecektim. Bu olayı tecrübe haneme kaydedebilir ve sınavlarıma konsantre olabilirdim.

Grinin Elli Tonu (+18)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin