19

702 6 0
                                    


Fark ettiğim ilk şey koku oldu: deri, ahşap, hafif bir limon esintisi içeren cila. Çok hoştu ve ışıklandırma yumuşak; belli belirsizdi. Kaynağı göremiyordum, ama odadaki kartonpiyerlerden etrafı çevreleyen bir parlaklık yayıyordu. Duvarlar ve tavanın koyu şarap rengi, geniş odada bir ana rahmi etkisi yaratıyordu ve yer kaplaması eskiydi; verniklenmiş eski ahşap kaplamaydı. Kapının karşısında
kalan duvarda X biçiminde monte edilmiş, büyük ahşap bir haç vardı.
Cilalı akajudan yapılmaydı ve her köşesinde, sabitleyici kelepçeler
vardı. Hemen üzerinde, tavana en az iki buçuk metreye iki buçuk metre büyüklüğünde demir bir ızgara asılıydı ve ızgaradan her tür ip, zincir ve ışıldayan prangalar sarkıyordu. Kapının yanındaki duvara, perde çubukları misali, korkuluk millerini andıran ama daha uzun, cilalı ve süslü oymalı iki sırık asılmıştı. Üzerlerinde insanı şaşkına çeviren çeşitlilikte çark, kırbaç, kamçı ve komik görünüşlü
tüylü gereçler sallanıyordu.

Kapının yanında akaju ağacından yapılma, çekmeceleri incecik ve tozlu, eski bir müzede numune saklamak için tasarlanmış gibi görünen, heybetli bir şifonyer duruyordu. Kısa bir an, o çekmecelerin içinde ne olduğunu merak ettim. Bilmek istiyor muyum?

Uzak köşede koyu kırmızı deri bir sıra vardı ve hemen yanındaki duvara.
bilardo istekası askısını andıran ama daha dikkatli bir incelemeyle farklı uzunluk ve genişliklerde bastonların durduğu görülen cilalı, ahşap bir raf sabitlenmişti. Karşı köşeye, yaklaşık bir metre seksen santimlik, cilalı ahşaptan yapılma, oymalı bacaklı bir masa ve altına masayla uyumlu iki tabure yerleştirilmişti. Ancak odanın asıl hâkimi bir yataktı. Battal boydan daha genişti ve rokoko tarzında, tepesi düz, oymalı bir sayvanla tamamlanıyordu.

On dokuzuncu yüzyıldan kalma gibi görünüyordu. Sayvanın altında yine ışık saçan zincir ve kelepçeler gördüm. Yatak takımı yoktu;bsadece kırmızı deriyle kaph bir döşek ve bir uçta üst üste istiflenmiş kırmızı saten yastıklar vardı.

Yatağın ayak ucuna, bir metrelik bir mesafeye koyu kırmızı, büyük bir kanepe yerleştirilmişti. Kanepe yüzü yatağa dönük halde, odanın tam ortasında duruyordu. Yatağa bakan bir kanepe... Eski usul bir düzenlemeydi. Kendi kendime gülümsedim: Odadaki en dünyevi mobilya olmasına rağmen bana en tuhaf gelen parça bu kanepe olmuştu. Kafamı kaldırıp tavana baktım. Tavanda, düzensiz aralıklarla yerleştirilmiş yaylı tutturma bilezikleri vardı. Neye yaradıklarını merak etmiştim. İçin tuhaf yanı, ahşap, koyu renk duvarlar, kasvetli ışıklandırma ve koyu kırmızı deri, odaya yumuşak
ve romantik bir hava veriyordu. Hiç alakası olmadığını biliyordum,
ama bu Christian'ın yumuşak ve romantik anlayışıydı. Döndüğümde, tahmin ettiğim gibi, tamamen anlaşılmaz bir ifade ve dikkatle bana bakıyordu. Odanın içinde ilerledim; arkamdan geldi. Tüylü şey ilgimi uyandırmıştı.

Çekinerek dokundum. Süetten yapılmaydı ve dokuz kamçılı bir kırbacı andırıyordu, ama daha tüylüydü ve ucunda küçük plastik boncuklar vardı.

"Buna kırbaç deniyor." Christian'ın sesi sakin ve yumuşacıktı. Bir kırbaç... Hımmm. Sanırım şoktaydım. Bilinçaltım ya göç etmişti ya nutku tutulmuştu ya da sadece yere devrilip yok olmuştu. Uyuşmuştum. Bütün bunlar hakkındaki duygularımı gözlemleyebiliyor, özümseyebiliyor, ama kelimelerle dile getiremiyordum, çünkü şoka girmiştim. Potansiyel bir âşığın tam anlamıyla acayip bir sadist ya da mazoşist olduğunu öğrenmeye verilecek uygun tepki neydi? Korku... evet... baskın çıkan duygu bu gibiydi. Korkuyu artık tanıyordum. Ama tuhaftır ki korkum ona karşı değildi. Canımı yakmayacağını, en azından rızam olmadan yakmayacağını
biliyordum. Zihnimi bulutlandıran o kadar çok soru vardı ki. Neden?
Nasıl? Ne zaman? Hangi sıklıkla? Kim?

Yatağa doğru yürüdüm ve ellerimi özenle oyulmuş direklerden birinin üstünde dolaştırdım. Direk bayağı sağlamdı ve işçiliği dikkat çekiciydi.
Christian sesinde aldatıcı bir yumuşaklıkla,

Grinin Elli Tonu (+18)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin