Christian siyah Audi SUV'nin yolu kapısını açtı ve ben içeri tırmandım. Araba dev gibiydi. Asansörde yaşanan tutku patlaması hakkında tek kelime etmemişti. Ben etmeli miydim? Bunu
konuşmalı mı yoksa hiç olmamış gibi mi davranmalıydık? Gerçek gibi görünmüyordu; hiçbir kısıtlamanın olmadığı ilk doğru dürüst öpüşmemdi.Zaman ilerledikçe bu tecrübeyi Kral Arthur efsanesi, Kayıp Şehir Atlantis gibi mitsel bir statüye yerleştiriyordum. Hiç yaşanmamış, hiç var olmamıştı. Belki de her şeyi ben hayal ettim.
Hayır.
Öpüşüyle şişen dudaklarıma dokundum. Kesinlikle olmuştu. Ben artık farklı bir adamdım. Bu adamı umutsuzca istiyordum ve o da beni istiyordu.Ona baktım. Christian her zamanki nazik ve hafif mesafeli halindeydi. Ne kadar kafa karıştırıcı. Motoru çalıştırdı ve park alanındaki yerinden geri geri çıktı. Ses sistemini açtı. Arabanın içi, iki kadının seslendirdiği müthiş tatlı ve sihirli bir melodiyle doluverdi. Ah... vay canına. Bütün hislerim yörüngesinden oynadığı için, bu melodi çift kat etkiliydi. Bel kemiğimden yukarı müthiş ürpertiler gönderiyordu. Christian Southwest Park Caddesi'ne saptı. Arabayı sakin ve rahat bir şekilde sürüyordu.
"Ne dinliyoruz?"
"Delibes'in Lakmé operasından Çiçek Düeti. Hoşuna gitti mi?"
"Christian, harika bir şey bu."
“Aaron,” diye mırıldandı. Yüzümü buruşturdum, ama ifademi görmezden geldi.
"Asansörde olan, bir daha asla olmayacak. Şey, önceden düşünülmediği sürece."
Dubleksimizin önünde durdu. Bana nerede yaşadığımı sormamış olmasına rağmen bunu bildiğini geç fark etmiştim. Ama kitapları gönderdiğine göre, nerede yaşadığımı biliyordu. Cep telefonunun izini sürebilen, helikopter sahibi hangi sapık takipçi bilmezdi ki?
Neden beni tekrar öpmeyecekti? Bu düşünce karşısında yüzüm asıldı. Anlamıyordum. Dürüst olmak gerekirse, soyadı Grey değil, şifreli olmalıydı.Arabadan indi ve rahat, uzun bacaklı bir zarafetle kapıyı açmak için benim tarafıma geçti. Asansörlerdeki nadir, kıymetli anlar dışında her zaman beyefendiydi.
Dudaklarının dudaklarıma örtülüşünü hatırlayarak kızardım ve ona dokunamamış olduğum gerçeği zihnime süzüldü. Parmaklarımı yoldan çıkmış, dağınık saçlarının arasında dolaştırmak istemiş, ama ellerimi kıpırdatamamıştım. Olanları tekrar düşününce buna pişman oldum."Asansörde olanlar hoşuma gitti," diye mırıldanarak arabadan indim. Duyulabilir bir iç çekiş işittiğimden emin değildim, duymazdan gelmeyi tercih ederek ön kapının basamaklarına yürüdüm.
Kate ve Elliot yemek masamızda oturuyorlardı. On dört bin dolarlık kitaplar ortadan kaybolmuştu. Tanrı'ya şükür. O kitaplar için planlarım vardı. Kate'in yüzünde ona yabancı, saçma sapan bir sırıtış vardı ve seksi bir biçimde dağılmış görünüyordu.
Christian peşimden oturma odasına girdi ve Kate bütün-gece-harika-vakit-
geçirdim-sırıtışına rağmen, onu şüpheyle süzdü."Merhaba, Aaron." Beni kucaklamak için ayağa fırladı ve sonra inceleyebilmek için araya bir kol boyu mesafe soktu. Kaşlarını çatarak Christian'a döndü.
"Günaydın, Christian," derken sesi biraz düşmancaydı.
Christian katı ve resmî bir tavırla,“Bayan Kavanagh,” dedi.
"Christian, onun adı Kate," diye homurdandım.
"Kate." Christian, Kate'i kibar bir tavırla selamladıktan sonra beni kucaklamak için sırıtarak ayağa kalkan Elliot'a baktı.
“Merhaba, Aaron." Gülümserken mavi gözleri ışıldıyordu ve ondan daha o anda hoşlandım. Christian'la en ufak bir benzerliği yoktu, ama zaten evlat edinilmiş iki kardeştiler.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Grinin Elli Tonu (+18)
Romance+18 cinsel ögeler barındırır! Kendi kendime tekrarladım. " Sakin ol Aaron bu sadece bir röportaj."