18-Küçük Oğlan

196 20 7
                                    

Evett, ben geldim. O kadar hastaydım ki 4 ayımın 3'ü hastaneye gidip gelmekle ve son 1 ayının çoğunu hastanede yatmakla geçirdim. Şu an nispeten iyiyim ama haftaya bademcik ameliyatı olmam gerekiyor. Bir yandan enfeksiyon bir yandan böbrek taşı derken perişan oldum. O yüzden bölümü kısa da olsa paylaşmak istedim. Kendinize çok iyi bakın lütfen.

Birazasli iyi okumalar diler...

•••

Zeka, ruh biliminde anlak anlamına gelen bir terimdi. Zihin öğrenmesi, öğrendiğinden faydalanabilmesi, yeni durumlara uyabilmesi ve sorunlar karşısında farklı çözümler üretebilmesi yeteneği anlamına gelir. Bazılarına göre algı, zeka ve davranış bütünü de ruhu oluşturur. Üstelik doğaüstü veya metafizik bir olguya işaret etmeyen birçok sinirbilimci şu anda bilim camiasında bulunuyor.

Aslında ruh denilen şey, her şeyi içine alan bir jokerdir. Açıklanamayan her durumda ruh derler ve ruhu açıklamak için de her durumu kullanırlar. Bu yüzden ben bir terim olarak ruh kavramına çok benziyordum. Özellikle şu an, küçücük bir oturma odasına sıkışmış halde beni izleyen 12 kişiye bakarken kendimi ruh kavramıyla daha çok bağdaştırıyordum.

Herkes topu bana atıyordu ve ben topu diğerlerine yeniden paslıyordum. Korkunç.

Gerçekten bir nükleer bomba bize mi bırakılmıştı?

Ekip şeklinde hareket etme becerisi sıfır olan Ekin, her şeye küfür eden Ahmet, seviştiğimizi unutamadığım ve bir boklar karıştırdığını bildiğim Yüzbaşı Seyhan, hamile bir keskin nişancı olan İclal, izin diyerek ortadan kaybolan Cankut, bilgisayardan başını kaldırmayan Hakem, tek gözü görmeyen ve elinde olsa buradaki herkesi birer yumrukla bayıltmak isteyen Kıraç, duygusal bir top gibi etrafta gezerek İhtiyar'a söven Ceyda, evi yalnız bırakmamak gerektiğini söylemesine rağmen bizden vazgeçemeyen ama travmalarıyla da baş edemeyen Destan, bir köşede manikür yaparak planların çok uzağında kalan Tuğçe, bir şeyler yiyerek konuya dahil olmaktan kaçan Fırat, gel git işlerini yapmaktan bize vakit ayıramayarak grubun hayalet üyesine dönen Barış, İclal'e asla bakmayan ve günlerdir uyumuyor gibi yorgun, bitik, bezgin duran Aytekin, aşk dolu bakışlarla birileriyle mesajlaşmaktan başını kaldıramayan Tuğrul ile buradaydık işte.

12 kişinin ülkeyi kurtarması için sınırsız teçhizat, para, güç, izin veriliyordu ama elde vardı sıfır. Silahın yerini kaybetmiştik, en ufak bir iz bile yoktu. Üstüne üstlük kendi içimizde bölünmüştük. Dışarıdaki durumlardan bahsetmek bile istemiyordum. Kör düğümün ortasında dururken zihinsel yeteneklerim eskisi kadar iyi değildi ve ben zekamı kullanamadığım her an parçalanacak gibi hissediyordum.

"Öncelikle şu evi bir havalandıralım, ben boğulmak üzereyim." dedi Destan. "Sonra da mümkünse otele gidelim, sokağa çıkalım, kendimize bir konferans ya da toplantı salonu falan bulalım."

"Beyefendinin titizliği tuttu." dedi Ekin ağzının içinden.

"Ekin." diye uyardı Aytekin. Bakışı, bunu daha önce konuşup halletmiştik der gibiydi. Hemen ardından Tuğçe atıldı söze.

"Bırak istediğini söylesin, sence koyar mı bize?"

"Tuğçe." diyerek e harfini uzatan Ceyda, dikkat çekmediğini sanarak Tuğçe'nin bacağına vurdu.

"Biraz koysa iyi olurdu hanımefendi. Ancak böyle bir durumda tehdit alan siz ya da sizin sevdiğiniz biri olmadığı için tırnaklarınızı yapmaya devam edebilirsiniz."

"Sana ne lan puşt?" diye dahil olan kişi Tuğrul'du. "İster tırnağını yapar ister saçını başını. Sana mı soracak? Gerici zihniyetine sokturtma şimdi."

PİMİ ÇEKİLMİŞHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin