Tam beş hafta boyunca Ares'ten yakın dövüş eğitimi almıştım ve epey hırpalanmıştım. Hatta bir keresinde yumruğunu yüzüme o kadar sert atmıştı ki on dakikalık kısa bir baygınlık geçirmiştim. Ares saatlerce üzgün olduğunu söylese de bir saat boyunca zonklayan kafam yüzünden onun ne dediğini tam olarak anlayamamıştım bile. Yine de ilk başladığım zaman göre daha iyiydim, en azından artık Ares'in yumruklarını engelleyip, ona yumruk atabiliyordum. Gerçi ona her yumruk attığımda benim canım daha çok yanıyordu.
Ve bir sorun daha... Konuyu ne zaman geçmişe getirmeye çalışsam Ares bir şekilde konuyu değiştirip bundan bahsetmekten kaçınıyordu.
"Ne zaman kalkmayı düşünüyorsun yerden?"
Gözüme giren güneşi Ares'in bedeni engellediğinde gözlerimi açıp onun yüzüne baktım. "Şuradaki bulut neye benziyor sence?"
Ares gülümseyerek kafasını yukarıya kaldırıp büyük beyaz buluta baktı. "Kalbe benziyor."
"Diğeri?" diyerek onun biraz uzağındaki bulutu gösterdim.
"Ok." dedi Ares sesli bir şekilde gülerek. "Kalbi hedef almış."
"Küçükken bulutları yemek isterdim." dedim gülerek. "Tüm arkadaşlarım bulutların üzerinde zıplamak isterken ben onların tadını merak ederdim."
Ares usulca yanıma oturdu ve işaret parmağının tersiyle yanağımı okşamaya başladı. Onun temasıyla nefesim hızlanmıştı, dokunuşu o kadar rahatlatıcıydı ki gözlerimi kapatmamak için zor tutuyordum kendimi. "Eskiden de böyleydin." diye fısıldadığında daha dikkatli bakmaya başladım ona, geçmişten söz ediyordu. "Nerede imkansız şey var, sen onu severdin."
"Tipim nasıldı?" diye sordum merakla. "Yani, bu şekilde değildimdir diye tahmin ediyorum."
"Bu şekildeydin." Ares diliyle dudaklarını hafifçe nemlendirdi. "Sadece sakalların yoktu ve..." Susup içine derin bir nefes çekti. "Yakında görürsün."
"Hadi ama." diyerek güldüm. "En heyecanlı yerinde kesemezsin."
Ares gülümseyerek sağ elini köprücük kemiklerimin üzerine koydu ve okşamaya başladı. "Köprücük kemiğin komple siyahtı."
"Sadece köprücük kemiğim mi?" diye sordum iki kaşımı kaldırarak. Ares başını salladığında kafamı hafifçe sağa yatırdım. "Gücümden dolayı mı?"
"Evet." diyerek elini köprücük kemiğimden çekti ve ayağa kalktı. "Yarın seni şehre götüreceğim, birkaç kişi ile tanıştırmak istiyorum." Elini bana uzattı. Hızla onun elini tutup ağırlığımı ona vererek ayağa kalktım ve onu dinlemeye devam ettim. "Yalnız orada lafımdan çıkmak yok, anlaşıldı mı?"
"Şehir teklikeli mi?"
"Senin için öyle." diyerek elimi bıraktı ve yürümeye başladı. "Ölü olarak bilenen bir yıllar sonra tekrardan dönüyor ülkesine, sevinenler olduğu kadar sevinmeyenler de olacaktır."
"Ne kadar oldu?" diyerek onun peşinden yürümeye başladım. "Ben öleli ne kadar oldu?" Bu soruyu sorarken tuhaf hissetmem lazımdı fakat hissetmemiştim, sanki dünyanın en normal sorusunu sormuşum gibi rahattım.
"50 yıl." dedi Ares kısık bir sesle. "50 yıl oldu sen öleli."
"Ben otuz yaşındayım, o zaman yirmi yılı nerede bunun?"
"Bu dünyada elli yıl." diyerek gözlerini bana çevirdi Ares. "Unutma, burada geçirdiğin bir dakika o dünyada bir saate eşit. Yani arada yirmi yıldan daha fazlası var."
Hesap yapmaya çalıştım fakat o kadar karışıktı ki beceremedim. "Her neyse." diyerek yutkundum. "Sen kaç yaşındasın?"
"227 yaşındayım." dedi Ares sakince. Buna hiç şaşırmamıştım.
"Kaç yaşında öldüm?"
"171 yaşında öldün."
"Ben öldüğümde sen 177 yaşındaydın." diye mırıldandandım. "Aramızda 6 yaş varmış." En azından bunu hesaplayabilmiştim. "Avcım olduğunu söyledin, bu avcılık tam olarak ne oluyor?"
"Sana bir şey söylemem lazım." diyerek durdu Ares ve tüm bedenini bana çevirip gözlerini benim gözlerime kenetledi. "Ben hâlâ senin avcınım."
"Ne?" diyerek kaşlarımı çattım. "Ben senin avın mıyım?"
Ares kafasını iki kez aşağı yukarı salladı. "Evet, sen benim avımsın." Uzun kollu gömleğinin kollarını yukarıya kaldırıp bileğinin içini bana gösterdiğinde dudaklarım şaşkınca aralandı. Benim bileğimde olan dikiş izleri onun bileğinde de aynı şekilde vardı. "Avcılar avlarının yara izlerini taşırlar."
"Ama senin hiçbir yara izin benim vücudumda yok."
"Avlar avcılarının izlerini taşımazlar, bunu sadece avcılar yapabilir." dedi Ares bir adım geriye gidip gömleğinin düğmelerini açarken. "O gün banyoda, benim vücuduma baktığında gözlerindeki şaşkınlığı gördüm."
Haklıydı, karnının her kısmında bıçak, hançer, kılıç izleri vardı. Gömleğini çıkardığında o yaralar tekrar gözümün önündeydi fakat o zaman dikkat etmediğim ya da göremediğim bir diğer yara izi dikkatimi çekti. Ağzımı hafifçe aralayarak elimi Ares'in kalbinin üzerine koydum. Benim doğum izimin şeklinde yara izi vardı onun kalbinin üzerinde. "Ama bu -"
"Evet, doğum izin." dedi Ares elini elimin üzerine koyarken. "Canımı en çok yakan iz o. Her gördüğümde ağlamama sebep olan iz o. Her gece okşadığım iz o. Her sabah saatlerce ayna karşısında izlediğim iz o."
"Bu benim..." Gözlerimi Ares'in sarı parlak gözlerine çevirdim. "Ölümüne sebep olan iz mi?"
"Kalbin..." dedi Ares acı bir şekilde yutkunarak. "Yerinden söküldü." Dişlerini sıktı, çenesi o kadar çok gerildi ki dişlerini kırmasından korktum. "Kalbini benim önüme attılar." diyerek devam etti Ares.
Elimin üzerinde eli titremeye başladığında hızla boştaki elimi onun yanağına koyup yavaşça okşamaya başladım. "Ares, Ares, sorun yok." dedim kısık bir sesle. Gözleri gözlerime baksa da beni görmüyor gibiydi, sanki o anlara geri dönmüştü. "Buradayım ve kalbim de yerinde. Kendi canını yakma."
Ares bir kez gözlerini kırptıktan sonra bu sefer bana baktığını, daha doğrusu beni gördüğünü hissetmiştim. "İyi ki buradasın." Bir anda bana sarıldı, hem de o kadar sıkı sarıldı ki bir anda ne yapacağımı bilemedim. Fakat buna ihtiyacı olduğunu biliyordum, yüreğimde hissediyordum. Ben de kollarımı onun kaslı bedenine dolayıp sıkı sıkı sarıldım.
.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
pandora , GAY
FantasyHayatıma son vermek istediğimde bu sonun yeni bir başlangıç olacağını tahmin edememiştim. Bir avcıya av olacağımı bilememiştim. Normal bir dünyada doğmuştum. Herkesin insan olduğu, süper güçlerin olmadığı, fantastik dünyanın sadece kitaplar ve filml...